Ben İnsanım, Ürün Değil!

Ben İnsanım, Ürün Değil!

Ben birçok şeyim: Yazar ve editör, arkadaş ve kız çocuğu, nişanlı ve partner, teyze, kız kardeş, bir köpek sahibi. Şef, koşucu, yogi, okur ve yemek ve gezi kitapları aşığıyım. Kırsala büyük ilgi duyan bir şehir insanıyım. Kova burcuyum. Bunlara devam edebilirim, ama sanıyorum siz ne demek istediğimi anladınız. Peki olmadığım tek şey ne? Bir marka. Apple veya Jeep gibi satın alınmayı bekleyen bir ürün değilim. Şaşırtıcı olabilir; ancak satılık değilim.

Hiçbir zaman yabancıların ne düşündüğünü umursayan bir insan olmadım. Yine de, pek çok uzmanın bize söylediği gibi markalaşma amacımın olmadığını ilan etmek, bana her zaman biraz tehlikeli gelmiştir. Kendimi tanımlamaz, sunmaz ve kendi reklamımı yapmazsam başarı şansımı düşürür müyüm?

Yaygın görüşün dışına çıkmak güç olabilir. Inc.‘de yayınlanan bir yazıya göre, “kendinize has bir görüntü ve ses ile okuyucularınız, fanlarınız ve müşterilerinizin tanıyabileceği bir standarda” ihtiyacınız var markanızı oluşturabilmeniz için. Kendinizin süslenmiş ve cilalanmış bir versiyonuna fanlar ve takipçiler arzu etmek ve onları yayınladığınız fotoğraflar ve yazdığınız 160 karakterlik bio’lar ile derlemek garip değil mi?

İnsanlar bu konu üzerine konuştukça, ben de kendime; düşünceleri, duyguları, hızlı cevapları ve hayatın iniş çıkışlarına uygun ruh hali olan bir insan yerine kalıcı-istikrarlı bir kimlik olmak isteyip istemediğimi sormak zorunda kalıyorum. Belirli bir kitleyi hedeflemek ve yepyeni bir kimlik oluşturmak hem sıkıcı, hem de oldukça sınırlayıcı.

Online dünyadaki varlığımı tabii ki önemsiyorum. Dijital medyada çalışıyorum ve siz (veya bir işe alım müdürü) beni Google’ladığında önünüze çıkacak sonuçlar üzerine çalışmazsam aptallık yapmış olurum. Sosyal medyayı seviyorum ve sizin gibi neredeyse her zaman bağlıyım. Yazdığım yazıların linklerini Twitter, Facebook ve LinkedIn‘de paylaşıyorum. İnsanları yazdıklarımı beğendiklerinde ve zaman ayırarak bir yorum yazdıklarında bu hoşuma gidiyor.

Ancak bunların hiç biri beni bir marka yapmıyor. Bir Instagram hesabım var ve çoğunlukla köpeğimin garip hareketleri, bulunduğum ve gittiğim yerlerdeki manzara fotoğrafları ve nişanlım ile benim beyzbol maçlarındaki şirin selfie’lerimizden oluşuyor. Bu belirli bir kitleyi çekmek için tasarlanmış bir kimlik değil, sadece benim.

Böyle olması güvenli de. Daha sonra pişman olduğum bir tweet attığımda veya yanlış Instagram hashtag’i kullandığımda panik olmuyorum. Zira paketlenebilir ticari bir ürün olduğunuz fikrini kafanızdan attığınız zaman, online dünyada attığınız her adımın “markanıza” bir şeyler kattığı (veya götürdüğü) düşüncesinden de kurtuluyorsunuz.

Yine vurguluyorum ki, online kimliğiniz önemli. 2016 yılındayız ve bir sonraki işe alım müdürünüz sizin kim olduğunuzu öğrenmek için interneti kullanacak. Bu nedenle Google sonuçlarınıza ve sosyal medya hesaplarınıza dikkat edebilirsiniz ve etmelisiniz de. Sadece, yaptığım her şeyin sonunda bir şekilde benim şahsi “markama” bir şeyler katmasını istemiyorum.

Söylediğim şey, online varlığın ne anlama geldiğini tekrar düşünmek. Hesaplarınızı kapatmanıza gerek yok. Şunu aklınızdan çıkarmayın, güzel filtreli profesyonel LinkedIn fotoğrafınızdan daha iyisiniz, Instagram hesabınızın gösterdiğinden daha akıllısınız ve kişisel sitenizdeki biyografinizin gösterebileceğinden daha başarılısınız. “Arama sonuçlarınız” sizin bir kısmınız sadece, tüm hayatınızın veya kariyerinizin özeti değil.

Bu küçük kısmı unutun gitsin, sizin olanı; hikayenizi geri alın. İlerideki işe alım müdürünüz gördüğünü beğenmediyse de, yapacak bir şey yok.

Kaynak: Stacey Gawronski – The Muse

Sevebilirsin...