Gerçek Robinson Crusoe: Alexander Selkirk

Gerçek Robinson Crusoe: Alexander Selkirk

Robinson Crusoe’un ada macerasını hepimiz okumuşuzdur. Zaten ilkokulda çocuklarımızın edebiyatla tek ilişiği Robinson Crusoe benzeri yabancı hikayelerdir. La Fontaine’nin “alıntı” hikayelerini, orijinallerini içeren Kelile ve Dimne’ye tercih eder, Jules Verne kitaplarıyla yatar kalkarız. Neyse…

Boğulmak üzereyken bir adaya tesadüfen ayak basması, “tesadüfen” gemiden bir yığın malzeme alabilmesi, “tesadüfen” hemen her çeşit bitkinin yetiştiği, balıkların sulardan taştığı, kuşların ve yenilebilir hemen her hayvanın bulunduğu bir adaya denk gelmesi; hikayeyi okuduktan yıllar sonra “Yok daha neler!” dememize sebep olsa da, vakti zamanında aklımızın bir köşesinde yerini almıştır Robinson.

Peki hiç düşündünüz mü bu hikayede gerçeklik payının olabileceğini? Birinin, yıllarca bir adada, herkesten uzak yaşam mücadelesi vermiş olabileceğini? Böyle bir olayın yaşanmış olduğuna dair efsaneleri muhtemelen duymuşsunuzdur, fakat ihtimal vermemişsinizdir.

Zira “Gerçek bir hayat hikayesinden alınmıştır.” tarzı Hollywoodvari giriş cümleleri inandırıcılığını kaybetmiştir zihinlerimizde. Filmlerin gerçek hikayelerden alıntı olanları bazen o kadar “elden geçmiş” olurlar ki, gerçekle ilişiği olmadığı açıkça anlaşılır.

Ama, gerçekten bu olay daha önce yaşanmıştı :). Elbette Daniel Defoe’nun yazdığı hikaye, bire bir gerçekleri yansıtmıyordu ama daha önce bir İskoçyalı, yanlız başına, 4 yılını bir adada geçirmişti.

Nasıl mı?

Alexander Selkirk, 1676 yılında bir ayakkabı tamircisinin oğlu olarak dünyaya gözlerini açar. Kavgacı karakterinden midir bilinmez, memleketinde kendisini sevenler bir kaç kişiyi geçmez.

O devirde, macera arayanların ve kanun kaçaklarının önlerinde tek seçenek vardır: Bir gemi bulup, denizlere açılmak! Açık denizlere yelken açanlar, isimlerini unutturamasalar da, cisimlerini kolayca unuttururlar. Düşünün o devirde kafa kağıdı bile yoktur, tahtadan gemilere atlayıp korsancılık oynayan “aykırı” insanlar da isimlerini unutur, ünvanlarıyla anılırlar.

Elbette bu korsan gemilerinde gezginler de bulunur ama, onlar da ortama uyar, bir seferde kanun kaçaklarıyla aşık atabilecek hale gelirler.

Selkirk, memleketinden ayrılmayı kafasına koymuştur. Ömrünü denizlerde geçirmek fikrine kendini kaptırır, Güney denizlerine (Ekvatorun güneyindeki denizler bu isimle anılırlar) yelken açan korsan gemilerine kapağı atar.

Sonra ver elini Pasifik!

Problem çıkaran karakteri gemide (Cinque Ports) de kendini belli etse de, kısa sürede bulunduğu geminin baş yelkencisi olur.

Bir çöplükte iki horoz ötmez, Pasifik’te ise sayılamayacak kadar horoz vardır. “Pasifik büyük deniz” demeyin, korsanlar aylarca denizde rastgele yol alır, eninde sonunda birbirleriyle burun buruna gelirler. Haliyle sürekli birbirlerine saldırır, rahat etmez, rahat ettirmezler.

Bu karşılaşmalardan birinde Cinque Ports’un aralarında bulunduğu gemilerle, meşhur korsan Dampier’in gemileri çatışırlar. Savaş kızışınca Cinque Ports diğer gemilerden kopar ve su ve yiyecek ikmali yapmak için bir adaya yanaşır.

Selkirk geminin durumundan memnun değildir. Gemideki arkadaşlarına “Ya gemi batarsa?” diye fısıldar.

“Yiyeceğimiz, içeceğimiz var. Burada kalsak ya!”

Fikir kimisinin aklına yatar, kimisi ise adada kalıp başka bir gemiyi beklemenin saçma olduğunu söyler. Fakat ister istemez gemicilerin gemiye güvenleri çatırdar, ayakları geri geri gitmeye başlar.

Uzun deniz yolculuklarında bir kaptanın gemi mürettebatına sahip olabilmesi kadar önemli bir şey yoktur. Hatırlarsınız, bütün uzak yol hikayeleri de ihmal veya isyandan köken alırlar.

Geminin kaptanı Stradling, deniz kurtlarındandır, mürettebatın moralsizliğini anlar, anında çözümünü de uygular. Bir köşede arkadaşlarını fitlemekle meşgul olan Selkirk’i yanına çağırır, herkesin duyabileceği bir sesle konuşur:

“Biz gemiye binip gideceğiz. Burada kalmak istediğine göre, sen tek başına kalabilirsin.”

Bu göz dağı, mürettebatın aklını başına getirir, eşyaları sırtlanıp filikalara yollanırlar. Öyle ya yiyeceğiniz-içeceğiniz olsa da, ne zaman geleceği belli olmayan bir gemiyi beklemek akıl kârı değildir. Ne zaman geleceğini bildiğiniz bir gemi bile bazen bir ay gecikir, bir rüzgar değişikliği gemilerin rotalarıyla oynar.

Selkirk belki de o zaman büyük söz söylememesi gerektiğini anlar. Anlar da, iş işten geçmiştir. Kaptanın izni emir demektir, Selkirk adada kalacaktır. Daha filikalar sahilden ayrılmadan pişman olur, gemiye geri alınmak ister. Gemi ufukta kaybolana kadar yalvarır, neden sonra kendisine bıraktıklarına bakar: Bir tüfek, barut, marangoz aletleri, bıçak ve kıyafetler…

Selkirk, Robinson Crusoe gibi korkusuz bıçkın bir denizci değildir. Aksine deniz canavarlarından korkar, adanın iç kesimlerinden gelen sesler duyar. Bu yüzden sahildeki ufak bir mağarada yaşamaya başlar. Deniz aslanları eş bulmak için adanın sahiline akın ettiklerinde, adanın içlerine gitmek zorunda kalır.

Burada yiyecek daha çok şey vardır. Vahşi keçiler, et ve süt ihtiyacını karşılarlar. Üstelik farklı farklı meyveler, baharatlar bulur, protein temelli beslenmekten bir nebze de olsa kurtulur. Adanın fareleri de vahşidir, gece yattığında ufak ufak Selkirk’i kemirmeye başlarlar. Bundan kurtulmanın yolunu da vahşi kedilere yakın yaşamakta bulan Selkirk, vahşi kedileri kendisine alıştırmayı başarır. Öyle ki, yıllar sonra kurtulduğunda bile memleketinde kedilerle yaşar.

Elindeki malzemeleri iyi kullanır. Adada yetişen Pimento ağaçlarında iki kulübe yapar. Silahı ve bıçağıyla keçi avlar.

Fakat silahın barutu bitince keyfi bozulur. Çünkü keçiler işlerine gelince kendisinden rahatlıkla kaçarlar. İcabında kayaya tırmanır, kendisinin geçemediği oyuklarda kaybolurlar.

Aç kalmamak için dere tepe koşmak zorunda kalan Selkirk, keçi peşindeyken bir tepeden yuvarlanır ve kalçasını kırar. Bilincini kaybeder, 24 saat baygın yatar.

Ayak tabanları adada yaşamaya başladıktan sonra, öylesine kalınlaşır ki, ayakkabıları parçalandığında yenilerine ihtiyaç duymaz. Geminin gitmeden önce bıraktığı fıçıların demir kenarlarından kendine yeni bir bıçak yapar.

Elbette gelecek bir geminin hasretiyle yanıp tutuşmaktadır ama öyle her gemiye de “Merhaba!” deyip atlayamaz. Kaçışından önce 2 İspanyol gemisi adaya yanaşır, fakat onlara yakalanmamak için bir yere gizlenir, gemiler adadan ayrılana kadar yerinden bile kıpırdamaz.

Çünkü İspanyollar, İskoçları sevmezler. Hele bir de yakaladıkları bir korsansa, adada görmeyeceği eziyetleri görmesi kesin gibidir.

Adadan Kurtuluşu

Sonunda beklediği gün gelir. 2 Şubat 1709’da Duke isimli bir gemi tarafından adadan kurtarılır. Bu gemi de daha önce sözünü ettiğimiz William Dampier’e aittir.

Selkirk’in bu ada macerası tam 4 yıl sürmüştür. Kendisini adadan kurtaran geminin kaptanı Woodes Roger, Selkirk’e “Adanın Valisi” yakıştırmasını yapar, kısa sürede Selkirk’le dost olurlar.

Gazeteci Richard Steel kendisiyle bir röportaj yapar ve bu röportajını “İngiliz (The Englishman) ismiyle yayınlar.

Selkirk memleketi Lower Largo’ya geri dönse de burada fazla kalamaz. Önce İngiltere’ye geçer, sonra oradan tekrar denizlere açılır (1717).

“İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür” derler. Alexander Selkirk de denizde can verir. Teğmen olarak görev yaptığı Kraliyet gemisinin kayıtlarına göre 13 Aralık 1721’de hayatını kaybeder. Ölüm sebebi muhtemelen Sarı Humma‘dır.

Ölümünden Sonra

Olayın yaşandığı ada, 1966’da Robinson Crusoe Adası olarak isimlendirilir. Juan Fernández Adaları’nın en batısındaki ada ise Alejandro Selkirk Adası olarak isimlendirilir.

.

2000 yılında Japon araştırmacılar, bu adada 18. yüzyılın başlarına ait eşyalar bulmuşlardır. Bu eşyaların Selkirk’e ait olduğu sanılmaktadır.

Selkirk’in hayat hikayesi, Daniel Defoe’nun meşhur Robinson Crusoe hikayesine zemin hazırlar. Yazarın bu kitabı öylesine ilgi toplar ki, Robinsonnade isimli bir akımın doğmasına yol açar. Johann Wyss’in, The Swiss Family Robinson (1812); M. Coetzee’nin, Foe (1986) ve Jonathan Swift’in Gulliver’s Travels (1726) kitapları bu akımla beraber yazılırlar.

Hala, gündelik hayattan sıkılan, bulunduğu şehrin karmaşasından uzaklaşmak isteyenlerin bazıları, Robinson Crusoe gibi (!), bir adaya yerleşmek ve orada kafa dinlemek istiyorlar.

Hayal mahsülü bir karakter, gerçeğinin önüne işte bu şekilde geçiyor.

İbrahim

Hekim. Yazar, beğenirse çevirir, kod yazarak eğlenir. 2002'den beri internette yazıyor.

4 Yanıt

  1. flightnumber_118 dedi ki:

    Sayın yazar Cast Away filminde Tom Hanks de bir adada yalnız yaşıyordu. Onu da yazar mısınız? 😀

    Güzel araştırma, tebrikler…

  2. furkan dedi ki:

    katılıyorum
    güzelmiş teşekkurler

  3. mehmet dedi ki:

    çok güzel iyi bi araştırma olmuş sağol

  4. tuba dedi ki:

    güzel