“Onlar Beni Daha Tanımadılar!”

“Onlar Beni Daha Tanımadılar!”

Muhteşem bir yazar… Çok iyi bir tasarımcı… veya “oturduğu yerden para kazanan bir bilgisayarcı”

Dertli bir gönül… Hüzünlü bir adam… veya “duyguları sömüren bir dram”

Bir sporcu… Bir atletik vücut… veya “işi gücü atlamak zıplamak”

Çocukların dostu… Sevgi dolu bir yürek… veya “yaşının adamı değil”

Yakışıklı bir genç… Zeki bir delikanlı… veya “gözünün üstünde kaşı olan bir zavallı”


Bu saydıklarım kaç kişi?

Bir.

Hepsi aynı insanın nitelenmeleri. Yazan da, tasarlayan da aynı adam, “oturduğu yerden para kazanan” da… “Yaşının adamı olmayan” da o, çocukların dostu olan da… Atletik vücuduyla “işi gücü atlamak zıplamak”

Şaşırmadın değil mi? Hepimiz aynı dertten muzdarip değil miyiz? Şu gök kubbe altında seni sevmeyenlerin mevcut olması, ılık ılık bir dehşetin içine düşmene yol açmıyor mu? N’oluyor, nasıl oluyor da seni böyle kötülüyorlar değil mi?

Ah, aslında seni bir tanısalar!

Kızmazsan bir şey söyleyeyim: Tanıyorlar.

Daha açık söylemek gerekirse, onlar seni böyle tanıyorlar.

İnsan, ancak tanıdığı ve bildiği(-ni sandığı) şeyler hakkında etiketler, fişler, cümleler üretir çünkü. Nikaragua’nın başkenti Managua hakkında konuşan bu yüzden yok. Ülkenin kuzeydeki komşusu Honduras’la ilişkileri “cafe small talk”larında bu yüzden yer bulmuyor.

Peki seni tanımalarına rağmen nasıl böyle konuşurlar? Hah. Asıl soru bu. Zaten en çok da bu yüzden öfkeleniyorsun. Tanımadıklarının senin hakkında ne düşündüklerini zaten önemsemezsin ki. Alınmasınlar ama, kim takar Managua “mayor”unun benim veya senin hakkında ne düşündüğünü? Ama tanıdıklar öyle mi? Değil.

Öyleyse?


Kapkaranlık bir evrende, hepimiz değişik parçalardan oluşan mozaikleriz. Bir parçamız sarı, bir parçamız mavi, bir parçamız beyaz, bir parçamız siyah, bir parçamız kırmızı… Böyle yüzlerce mermer parçası var, “ben” dediğimiz o meçhul mefhumda.

Bizi biz yapan, bu parçaların tamamı. Görebilmek için aydınlatacak bir ışık lazım, bir de sağlam gözler.

Kimisinin bütün mozaiği görecek kadar zamanı yok. Zamanı olanın bu sefer isteği yok. İsteği olanın “görebilecek” gözü yok. Gözü olanım ışığı da Çin malı, ancak bir kaç parçayı aydınlatmaya yetiyor.

Hani birbirimizi kandırmayalım sevgili okur, şurada bir sen bir ben kaldık zaten okumayı sürdüren; bizde de kendimize bir bütün olarak bakacak kadar cesaret yok. Hangi kötü huyumuzu, hangi kusurumuzu fark etti gözlerimiz bugüne kadar? Her kötülüğümüz için vardır bir bahanemiz, her kusurumuza arka çıkacak kadar örtbasçıdır yüreğimiz.


Öyleyse?

Öyleyse “hiç kimseyi ve hele hele de senin hakkındaki o nalet fikirlerini sakın dinleme” tarzı yeni nesil öğütleri çöpe atmayı ve insanların hakkımızda olumsuz neler söylediklerine bir parça kulak vermeyi bir düşünsek mi?

“Beni tanımıyorlar” dediklerimizin de, tanıyor sandıklarımız kadar bizi tanıdıklarını anlamanın vakti gelmedi mi?

Dışarıya çizmeye çalıştığımız o köpürtülmüş imajı herkes yutmadıysa; Instagram’da her dakika bıkasıya eğlenen, süper aktivist, über-hümanist, hiper atletik insanlar gibi görünen bizlerin, aslında suratsız, mutsuz, çirkin anlarımızın olduğunu görenler oluyorsa, kötü fikirleri için onlara kızmak yerine onlardan feedback almak daha yararlı olmaz mı?

Yoksa, onlar “Bizi daha tanımıyorlar” mı?

Onların tanımasını bekleyeceksek, bari çay demleyin, daha çok bekleyeceğiz.

Fotoğraf: Hüseyin Eroğul

İbrahim

Hekim. Yazar, beğenirse çevirir, kod yazarak eğlenir. 2002'den beri internette yazıyor.

Sevebilirsin...