Tuzlukla Koşmak
Hayat, her “Hıyarım var” diyene tuzlukla koşulamayacak kadar kısa.
Lise edebiyat öğretmenimin “Bu nasıl giriş paragrafı?!” dediğini duyar gibiyim. Ama ne yapalım hocam, hit belası. Giriş dikkat çekici olmalı ki okunsun.
Bahsetmek istediğim şey şu: İnternetin ve onun aracılığıyla sosyal mecraların aşırı kolaylaştırması sayesinde; okuma – yazma öğrenen mini mini çocuklardan ihtiyarlara kadar herkes, fikirlerini yazabileceği, farklı fikirlerde olduğunu düşündüğü (sandığı?) kişilere “laf sokabileceği” ve hatta onları taciz edebileceği, – anlamsızca inandığı bir saplantıyla – karşıt fikirli kişleri yola getirebileceği (hadi kibarca olsun, “ikna edebileceği”) imkanlara kavuşmuş oldu.
Üstelik bunu, yok pahasına elde ettiğini sandı. Bir internet bağlantısı kaç kuruş yahu? Arada, asıl sattığı şeyin kimliği ve bağlantıları olduğu göremedi veya bunun para edecek bir şey olduğuna inanmadı.
Bursalı Münevver teyzenin sosyal medya paylaşımlarını kim kaç liraya alırdı, öyle değil mi? Aslında Bursa, Türkiye’de ikamet eden, kadın cinsiyetinde, 55 yaşında, evli, siyasi görüşü filan olan bir kişinin paylaşımları ve network‘ü, istatistiksel açıdan, devasa bir duvarın çok önemli bir parçasıydı. Münevver teyze bunu göremedi. Hiç birimiz göremedik. Göremiyoruz.
Sanırım bu saatten sonra, Facebook kurucusunun bile webcam’ini bantladığı bu “güvenli ortamda”, sosyal ağlara geri dönülmez bir naiflikle anamızdan babamızdan çok güvenmemizi engellemek, nasıl bir öcü olduklarını tam manasıyla anlayabilmek mümkün de değil.
Ama hepimizin yapabileceği bir şeyler var hala. Çatışmadan uzak durabiliriz.
Çatışma, günlük hayatımızın her alanında karşımıza çıkabiliyor. Tartışma da bir çatışma, kavga da… Güzel ülkemizde olduğu gibi, bazı ülkelerde daha yaygın, bazı ülkelerde daha nadir. Bazı meslekler tabiatı gereği çatışmaya daha açık. Bir icra memurunun, bir hekimin, bir şoförün çatışma içine girmesi için “girmemeye çalışmaması” yeterli mesela.
İnternet de böyle. Kontrolsüz. Karşınızdaki 7 yaşında da olabilir, 70 yaşında da. Hukuk profesörü de olabilir, dolandırıcı da. Anlamak, ayırt etmek çoğunlukla mümkün değil.
Peki şart mı?
Ben “Değil” diyorum. Baştaki metaforla, internet “Hıyarım var” diye bağıranlarla dolu. Kim oldukları, zeka seviyeleri, eğitimleri, amaçları, görgüleri aslında çok da önemli değil. İsterseniz, her an tartışacak birilerini bulabilirsiniz. Hatta istemeniz bile gerekmiyor. Tartışmamak için aktif çaba göstermediğiniz müddetçe tehlikedesiniz. Seviyeli bir münazara ile sosyopatik bir mücadeleden hangisine denk geleceğiniz bahtınıza kalmış.
Tuzluğu kapıp koşmaya değer mi? Değmez.
Hayat kısa.
Milleti düzeltmekle uğraşmak yerine kendimize yönelsek, hayat daha verimli geçmez mi?
Çatışmaktan keyif almak da bir çeşit hastalık değil mi?