Hayatı Iskalamak
Çayın soğudu. Bak, bir kere daha ıskaladın. Bir kere daha kaçırdın hayatın ritmini. Şimdi o çayı ya soğuk soğuk içeceksin, ki bunu kimse sevmez, sevmemeli, ya da gidip delikli taşa dökeceksin.
İki ihtimalde de kaybeden sen oldun.
Bu aslında senin hayatının özeti değil mi? Doğru anı beklediğini sanarak ömrünü boşu boşuna tüketmek. Hiç bir şey yapmadan gençliğini geçirmek. Bu aylaklık veya tembellik değil. Bu soykırım. Ömür denilen ülkenin, gençlik denilen ırkını; ümit ve hayal dediğin kimyasal silahlarla gözünü bile kırpmadan sistematik şekilde katleden sen değil misin?
“Hayal etmek de mi suç?” diyerek savunacaksın tabi kendini, her seferinde olduğu gibi. “Ümit fakirin ekmeği” diyeceksin ağzını yaya yaya.
Sonra kim bilir hangi üçüncü sınıf yazarın yazdığı ve kim bilir hangi ucuz yayınevinin aslının içine tükürerek çevirdiği, Taksim’de izbe bir kitapçının raflarından kurtardığın, seni olduğundan çok daha önemli ve değerli olduğun yanılsamasıyla kandıran bir kitaptan ezberlediğin aforizmaları sıkmaya başlayacaksın.
Hayır koçum. Hayal etmek suç değil. Ümit etmek de öyle.
Ama sen, mutlu yarınlara gidebileceğin bir tren hayal ediyorsun. O trenin tam da yanından geçmesini ve geçerken birinin seni kolundan tutup trene çekmesini ümit ediyorsun.
Peki tren? Tren görüyor musun? Nasıl göresin ki? Senin kendini hapsettiğin zihin çölünde tren rayı bile yok, bilmiyor musun?
Şunu kafana sok: Beklemeyi bırakıp, çalışmaya koyulmazsan; hayal ettiklerin asla gelmeyecek.
Zihnine bir istasyon ve yeterince ray eklemezsen, o tren hiç bir zaman geçmeyecek.