O günden bugüne ne değişti?
Orta yaşlı bir adam, ağır adımlarla boş koridorda yürürken, akşamın yaklaştığını gösteren cılızlaşmış güneş ışınları camdan içeriye süzülmeye başlamıştı.
Yürüdü, yürüdü… ve sonunda bir kapının önünde duraksadı.
Kapının hemen sağ tarafında, başı hizasında yer alan küçük tabelada “11 FEN A” yazıyordu.
Sınıfın tahta kapısının üzerindeki minik camdan içeriye baktı, sanki birisine yakalanmaktan korkuyormuş gibi usulca.
Bunu yaparken de gayri ihtiyari gülümsedi. Çünkü içerideki sıraları görünce aklına, kapıya en yakın sırada oturanların herkesten farklı bir görevi daha olduğu gelmişti.
Bu önemli görev, o minik camdan kimin içeriye baktığını anlamaya çalışmaktı. Çünkü sınıfın her yerinden, kapıda birinin olduğu anlaşılabilse de, ancak oradan kim olduğu seçilebilirdi.
Bunun önemi yoktu belki, ama 40 dakika bile bir odada kapalı kalmaya dayanamayan gençlere, böyle küçük meraklar cazip geliyordu.
O da görevinin şuurundaki “kapıya en yakın sıra sakinleri”ndendi lise döneminde.
Hem de bu okulda ve işin enteresanı bu sınıfta.
İçeride kimsecikler olmadığını görünce, kapıyı açıp içeriye girdi.
Uzun zamandır bunu yapmak istemiş, ama yapamamıştı.
Burnuna kesif bir tebeşir kokusu ulaştığında, çoktan lisedeyken oturduğu sıraya geçip oturmuştu. Kendini liseli yıllarının atmosferine kaptırdığını hissetti.
Arkasından kıkırdamalar geldiğini duyduğunda, başını arkaya çevirdi. Arka sıradaki kankaları kahkahalarla gülerek kendisine bakıyorlardı sanki. Her zamanki gibi makaraya alacak bir şeyler bulmuş olmalıydılar. Belki öğretmenin bir cümlesi, belki arkadaşlarının bir hareketiydi güldükleri…
“Ne var?” der gibi başını salladı kankalarına.
Duymamış gibi yapıp, gülmeye devam ettiler.
Bütün sınıfın derse katıldığını (Arkadaki kankaları hariç- onlar zaten hep dersten kopuklardı) anlayınca öğretmenini dinlemek için önüne döndü.
Saçları seyrelmiş, kısa boylu, üzerinde kendine bol gelen bir önlük bulunan bu öğretmen, Matematik öğretmenleriydi. Tahtaya yazdığı bir formülü göstererek, her zamanki gibi heyecanlı heyecanlı konuşuyordu.
O zaman kocaman bir adam olarak gördüğü öğretmenin, aslında çok genç olduğunu fark etti. Evet, sert bakıyordu, ama gözleri mutluluktan parlıyordu.
Öğretmenin tahtadaki formüle doğru uzattığı elindeki yüzüğü gördü. Tabi ya, öğretmenleri bir kaç gün önce evlenmişti. Bu mutluluğun sebebi o olmalıydı.
Önündeki defteri incelemeye başladı. Üzerinde bacası tüten bir ev resmi olan 5 ortalı kareli matematik defteriydi bu. Lise boyunca Matematik derslerinde bu defteri kullanmıştı.
Bu derste not tutamadığını görünce bir an heyecanladı. Sonra da umursamazlıkla burun kıvırdı. Nasıl olsa Sami’den alırdı. Sami sınıfın en sıkı not tutan elemanıydı ve imtihanlardan önce defterini almak isteyenler, bir kaç kola ısmarlamak zorunda kalıyorlardı.
Neyse ki, onun böyle bir şey yapması gerekmiyordu. Çünkü “Daktilo Sami”, kendisinin bizzat sıra arkadaşı oluyordu. Başını gevrek gevrek gülümseyerek sağa çevirdi.
Yüzü donuklaştı. Sami yerinde yoktu.
“Tüh! Tabi ya!” diye hayıflandı. Sami hasta olduğu için bugün okula gelmemişti. Belki de hasta bile değildi. Nasıl olsa bilmemne doktoru olan amcası istese ona rapor verirdi.
Canı sıkılınca tekrar arkasına baktı. Kankaları elleriyle 2 işareti yapıyorlardı. Dersin bitmesine 2 dakika kalmıştı demek ki. Tenefüste, ne için bu kadar güldüklerini öğrenmesi gerektiğini düşündü.
Önüne dönerken orta sıralardan birinde Hakan’ı görür gibi oldu. Gayri ihtiyari tekrar baktı.
Evet, gerçekten Hakan’dı bu. Orta boylu, hafif kilolu, kıvırcık saçlı çocuk. Kalın çerçeveli gözlüklerinden tahtaya bakıyor, söylenilenleri not alıyordu.
Bir kaç yıl önce, tren kazasında öldüğünü duymuştu halbuki. Burada ne arıyordu?
Anlam veremedi.
Sıranın tahta zemini kalçasını ağrıtmıştı. Yerinden kımıldamaya çalıştı. Hareket edemedi. Sıranın oturma boşluğu daracıktı ve zorla sığıyordu. Halbuki her zaman daha rahat oturabildiğini hatırlıyordu.
Yerinde debelenirken, camdan birinin baktığını hissetti. Gayri ihtiyari “Sen de bak” demek için yanına döndü. Yanının boş olduğunu görünce hemen arkasına döndü. Kaşını kaldırarak kankalarına kapıyı işaret etti.
Saati göstererek dersin bitmek üzere olduğunu hatırlattılar.
Tam o esnada kapı açıldı. Kapının sesini duyunca, hızla önüne döndü.
İçeriye giren, beden öğretmeniydi.
“Hocam” dedi. “Çocuklar tören için sıra oldular. Sizi bekliyorlar.”
Başını çevirip sınıfa baktı.
Öğretmen de, Hakan da, kankaları da, diğer öğrenciler de yok olmuştu.
Başının ağrıdığını hissetti.
Aklına gelen ilk yalana sarılıp, “Telefonla konuşuyordum da” dedi. “Geliyorum!”
Beden öğretmeni manalı manalı başını salladıktan sonra sınıftan çıkıp merdivenlere doğru yürüdü.
“Telefonla konuşuyormuş” diyerek iç geçirdi üzüntüyle:
“Eşini kaybettikten sonra bayağı duygusallaştı adamcağız. Çocuk gibi gitmiş sıraya oturmuş, garip mimikler yapıyor.”
Okuldan dışarıya çıktı. Kaslı vücuduna dar gelen eşofmanının içinde büzüşerek, sıraya girmiş halde bekleşen öğrencilerin önünde dikilen müdür yardımcısının yanına geldi.
“Başlayabiliriz hocam” dedi.
“Müdür bey şimdi geliyormuş.”
Güzel bir hikaye idi. Teşekkürler.