Aynı Yere İki Kere Yıldırım Düşmez
Zor zamanlardan geçiyorsun, değil mi? Her sabah zor kalkıyor, her gece zor uyuyorsun. Gün doğmadan günlerin geçiyor; gökyüzü mavi, ağaçlar yeşil, dostlar yoldaşmış gibi gelmiyor. Acılı yemekler dilini yakmıyor, tatlı yiyecekler de zaten tat vermiyor.
“Keşke hepsi bir kabus olsa ve hemen uyansam” dediğin bir kış karanlığının orta yerinde, rüzgara karşı durmaya çalışan kağıttan kanatlarınla bir başına kalmışken, her şeyin sütliman olacağı günler hiç gelmeyecekmiş gibi uzak görünüyor.
Seni sevenler, sevdiğini zannedenler, sevdiklerin, seni sevdiğini zannettiklerin… hepsi çekirdeklerini almış, kuş tüyü koltuklarda seni seyrediyorlar. Bazısının ağlarken gözlerinin içi gülüyor. Verdikleri öğütlerden böbürlenme akıyor. Sırtını sıvazlar gibi yapanlar, bıçaklarını sırtında bileyliyorlar.
Bir kaç hata yaptın, ayağın sürçtü de birden fazla tökezledin, yahu birisi itti de merdivenden bir kaç basamak düştün ya, artık “kaybedenler” hanedanında tahta sen oturdun ve herkes derin bir nefes aldı, çünkü artık kendileri hiç kaybetmeyecekler. Kaybetme kontenjanı seninle doldu çünkü. Talihsizlik kotası seninle tamam oldu ve artık kimse hiç bir sıkıntı yaşamayacak. Bütün dünya aydınlık günlere uyanacak. Söylemeye bile gerek yok, sen kaybetmeye devam edeceksin. İki kere tura geldikten sonra üçüncüye yazı gelir mi hiç? Sen bir kere kaybettin. Hep kaybedeceksin.
Öyle mi? Değil.
Elbette bir kere kaybettin diye bundan sonra her yaptığın iş başarılı olmayacak. Ama hatalarından ders alıyorsan ve titreyen dizlerine rağmen doğrulabilecek kadar enerjiyi bacaklarına yeniden verebiliyorsan, bu günleri atlatacaksın ve bir daha hiç bir şey aynı olmayacak. Çünkü tökezlediğin şeyi, takıldığın taşı gördün ve öğrendin; bir daha takılmamak için elinden geleni yapacaksın ve emin ol, bir daha aynı yere takılmayacaksın.
Elinde çekirdekle seni izleyenler, sana bakmaktan, takıldığın taşı göremediler. “Neden” takıldığına değil, “senin” takıldığına takıldı akılları ve ders alma fırsatını kaçırdılar. Bırak dedikodunu yapmaya devam etsinler. Önlerinde benzer taşlar var. Seni çekiştirmekle meşgulken onlara takılacaklar. Düşecekler, elbette yeniden kalkacaklar, ama neden takıldıklarını anlayamayacaklar. “Şanssızım” diyecekler, “Senin gibi şanssız olduklarını” söyleyecekler, “Kaybedenlerle arkadaş olmalarının şanssızlık getirdiğini” anlatacaklar… Şans aşağı — şans yukarı derken; aslında bu dünyanın dertlerle ve sıkıntılarla dolu olduğunu ve herkesin kendi payına düşen taşların önünde serili olduğunu ıskalayacaklar. Bir daha düşmemek için “senin gibilerden” uzak durmaya çalışırlarken, bir kere daha düşecekler. Çünkü hala yanlış yere bakıyorlar.
Sen eline çekirdek alıp laklak etmekle, sana laf edenlerin nasıl da düştüklerini sağa sola anlatmakla vakit kaybetmezsen, bu defa düşmeyeceksin. Yoluna bakmaya devam edersen, düşeceğin şeyde tökezlemekle kalacak, tökezleyeceğin engeli hiç takılmadan atlatacaksın.
Her yolcunun görevi, nereden geldiğine ve nereye gittiğine bakmaktır aslında. Yol doğru olduktan sonra, karşısına çıkan engellere ağlamak da yakışmaz insana, sağa sola bakıp vakit kaybetmek de. İleriye bakmadan yürürken düşen bir insanı gören herkes güler. Ama ileriye bakmadan yaşayan bir insanı kimse yadırgamaz.
Sen ileriye bak.
Bildiğin gibi, doğrularına göre yaşa.
Ümitsiz olma.
İnsanların ne dediğine bakma.
Aynı yere iki kere yıldırım düşmez.