Kaybetmektense, mi?
Kaybetme korkusunu bilir misin?
Susuz kalmışsan ve sonunda bir yudum su bulmuşsan içecek, hatta o bir yudum suyu avucuna almışsan…
Bir tarla buğdayın kurumuş ve tohum yapacak bir tek filizlenmiş başağın kalmışsa…
Onca çiçekler solarken, onca böceğe rağmen, bahçende bir gül açmışsa…
Zor geçen bir final maçının son dakikasına berabere girmişsen, fakat rakip ataktaysa…
Bir adadaysan, fırtına geliyorsa ve son gemi düdüklerini çalıyorsa…
Kutuptaysan, ısıtıcın bozulduysa, üşüyorsan, üşümek ne kelime, donuyorsan ve bir de altı aylık gündüzün son günüyse…
Yüz metre irtifada bir ip köprüde yürürken, bir çıtırtı duyarak durmuşsan, kopan köprünün bağlantılarından biriyse, aşağıda coşkun bir nehir, yukarıda kapkara gökyüzü, iki korku mengenesinde sıkışmışsan, kıpırdayamıyorsan…
O zaman bilirsin bu korkuyu.
Kaybetmekten korkanlar, ellerindekileri yitirmektense, bir adım bile ilerlememeyi yeğlerler ister istemez.
Her korkan bir kere korkar. Onlarsa iki kere: Kaybetme korkusu ve geç kalma korkusu.
Ya adım atar da büsbütün kaybedersem?
Ya kaybetme korkusuyla beklerken çok geç olursa?
“Sonra yoktur belki”…
Ya gerçekten yoksa!