“Abi bi saniye bekler misin?”
Hani unutulmuş gelenekler diye iç geçirip, geçmişten dem vururuz ya…
“Filan zamanda insanlar…” diye başlayan, ya da “Şu yörenin adetleri…” diye devam edebilen muhabbetler…
Bir de hani çok günlük, sıradan, zaten olması gerektiği gibi olanlar vardır ki, insan hatırlanamayacağını bile düşünmez.
Unuttuk, unutturulduk, ya da unutuldular işte…
Ama, bir gün gelip de unutulmuş olanın, işaret edildiğinde bile hatırlanamadığını, farkedilemediğini görmek. Hatta “Muhakkak bir yanlışlık olmuştur” düşüncesiyle yüzünüze gülümseyen birisiyle karşılaşmak.
Şaşırıyor insan… Okuyanlar benim şaşırmama bile şaşıracak kadar uzaklaşmış olabilir mi bunlardan? Onu ancak herkes kendisi cevaplayacak…
Hani diyeceğim hediyeleşmek. Gönül almak, bir küçük jest yapıp, karşıdakini hoş tutmak…
İllâ ki özel bir günü bahane ederek hoş bir ambalaj içinde sunulan şeylerden bahsetmiyorum. Birisini sevindirmek adına yapılacak herşey belki de.
Bu yazının böyle uzayıp gitmesi kimseye birşey kazandırmayacak besbelli. İyisi mi, direkt konuya girip hikayeyi baştan anlatmak…
Efendim, geçenlerde bizim hatunla mahdumu da alıp, çıkıp şöyle bir dolaşalım dedik. Arkadaşlar bir zamandır bahsediyor, yakınlarda bir mekan açılmış. Çiçekli bahçesi, güleryüzlü çalışanları varmış. Sonra sahiplerini de tanır, hatta çok severmişiz.
“Haydi” dedim, gidelim birer çay, meşrubat içip nefeslenelim, böylece bu “meşhur” mekanı bir de biz görmüş olalım.
Hasılı, gittik oturduk, çaylar, dondurmalar, üzerinize afiyet hazımsızlık bir de meyveli soda derken, oğlan çimenleri iyice ezdi, biz de sandalyelerin hakkını verdik, hesap isteyip toparlandık. Güleryüzlü çalışanlar, hızlı ve düzgün servisler, hal hatır sormalar ziyadesiyle memnun ayrılıyoruz. Hanım kolumda, çocuk arabada ağır ağır bahçe kapısından çıkarken arkadan bir ses geldi:
“Abi bi saniye bekler misin?”
Birşey mi unuttuk diye dönüp baktım ki, servisi yapan genç arkadaş, elinde bozukluklar, koşarak para üstü yetiştiriyor. Yanıma gelince kulağına eğildim,
“Yahu, insan herşeyi unutur da, alacağını da mı düşünmez? Bahşiş o, at cebine.”
Çocuk biraz mahçup ayrılırken, arkasından düşündüm,
“Aman bahşişim diye gözünüze bakan, kocaman salonların, siyah elbiseli kılıksız garsonları mı, yoksa bu heyecanlı gençler mi hakediyor bu adetin yaşamasını?”
Bence bu adeti hep yaşatalım, bizi hoş karşılayanın gönlünü almasını bilelim…