Orda hilâlin işi ne?
Acaba “Aslan Kral” filmi bu ülkede toplam kaç defa izlenmiştir?..
Haftalarca gösterimde kalmıştı da, ben bile üç defa (bilet alıp) sinemaya gitmiştim. Aynı dönemde tişörtleri yapılmıştı. Hikâyeleri, çizgi romanları, boyama kitapları çıkmıştı…
Sonra cd’leri satılmaya ve tekrar tekrar televizyonlarda gösterilmeye başlandı…
Elbette ben de aldım filmi; çocukları toplayıp hep birikte izledik. Televizyonlarda da ayrıca seyrettik…
Kral Aslan ne kadar duygulu nasihatler veriyordu oğluna… Peki ya o “kötülükler vadisi” nasıldı; hani, yavru aslan Simba (babasına düşman amcasının dolduruşuyla) cesaretini ispat etmek için, kız arkadaşı Lana’yı da yanına alarak gitmişti ya… Hani fil kemikleri vardı etrafta, hatırlayın… Hani alaca karanlıktı ve gökyüzü lacivertti… Sonra kızıl gözlü, çığlık çığlığa kötü kahkahalar atan sırtlanlar belirmişti aniden… Eyvaah, demiştik hep birlikte ve heyecandan koltuklara tırnaklarımızı geçirmiştik!..
O pis ve uyuz ve salyalı ve hain ve sürü halinde gezen o sinsi sırtlanlar her görüldüğünde, arka planda ne gösteriliyordu, onu da hatırlıyor musunuz? Gerçekten hatırlıyor musunuz?
Hilâl gözüküyordu!
İncecik bir hilâl… Hani minarelerimizin üzerinde, bayrağımızın üzerinde ve gönlümüzün üzerinde bulunanın aynısından bir hilâl gözüküyordu; iğrenç sırtlanların gözüktüğü her sahnede!..
Aslan Kral kadar meşhur, onun kadar ilginç (1 ve 2 olarak) belki ondan da çok seyredilen bir başka filmdi Shrek… Eminim ki çoğunuz onu da seyretmişsinizdir. Eminim ki çoğunuz onun da cd’sini almışsınızdır benim gibi…
Shrek; bataklıklarda yaşayan bir dev ve o kadar pis, iğrenç ki anlatılsa sayfalara sığmaz…
Bu her “şeyi” yiyen, iri mahlukun (olacak bu ya) bir de kenefi var, bataklıktaki evinin kenarında. Hani telefon kabinleri gibi tahtadan olur ya, öyle bir şey…
Şimdi size “uzmanlık” sorusu: Bilin bakalım bu helanın kapısında ne var?
Evet, tahtaya açılmış/kesilmiş bir delik var tahta kapının üstünde; hem de hilâl şeklinde!..
…..
İyi misiniz?
Devam edeyim mi, yorum filan yapmadan?
*
Geçenlerde yine sinemadaydım; herkesin gittiği “Poseidon’dan Kaçış” filminde… Film Titanic’e de Kusursuz Fırtına’ya da benziyordu. Dev bir dalganın, yılbaşı gecesi ters çevirdiği Poseidon isimli gemide geçiyordu macera. Yüzlerce kişi yanarken, boğulurken, ölürken; geminin içindeki tünellerden, borulardan, aralıklardan geçerek kurtulmaya çalışan küçük bir grup insan… Arkalarından onları kovalayan ateş, karanlık, soğuk ve deniz… Havasız kalmamak için verilen büyük çabalar…
Bir havalandırma borusunun içine sıkışma sahnesi var ki; bence filmin “can alıcı” noktası… Üstten vidalarla sıkıştırılmış mazgal kapağı hemen açılmazsa, hızla yükselen su hepsini birden boğacak! Ama, kapak açılmıyor… Elbette kimsenin yanında tornavida filan yok.
Peki ne var?..
Kadınlardan birinin boynunda taşıyıp durduğu, ara sıra öptüğü bir… ne var, bilin bakalım?
Elbette “haç” var!
Hem de tam o vidaları açabilecek bir kelebek anahtar şeklinde!
*
Sadece üç tanesini anlattığım ve milyonlarca insanımızın (özellikle de çocuklarımızın) seyrettiği filmlerde, bu ve böyle “tesadüfler” (!) nasıl art arda gelebiliyor, anlayabileniniz var mı?
Bu sitede Muammer Erkul’un yazılarını gördüğüme çok sevindim.. Boşuna çekmemiş bu site beni kendine.. Evet birşeyler var diyordum buldum sonunda:)
Merhaba,
Türkiye Gazetesi’ni severek okuyoruz. Güzel yorumlarınız için teşekkürler.