Klostrofobi
George Washington ölmeden önce uşaklarından ne istemişti biliyor musunuz? Onu bilmiyorsanız, intercom sistemli tabutları, “Toprağı bol olsun” sözünün kökenini de bilmiyorsunuzdur. “Bunların klostrofobiyle ne alakası var?” demeyin. Çünkü kapalı alanlarda kalma korkusu, bir sektörün ortaya çıkmasına yol açmış. Agorafobi ile başlayan Fobiler serimiz, Klostrofobi ile devam ediyor.
Kapalı, sıkışık ortamlarda bulunmaktan korkmaya psikiyatride Klostrofobi adı veriliyor. Klostrofobisi olanlar, tren, asansör, uçak gibi yerlerde panik atağı yaşamaktan veya panik atağı yaşama korkusundan yakınıyorlar. Yine, panik atağı yaşayanlarda sıklıkla klostrofobi ortaya çıktığı da gözlenmiş.
Eğer panik atağı, kapalı bir mekanda ortaya çıkıyorsa, bunun sebebi olarak “dışarı çıkamama korkusu” gösterilir. Klostrofobikler kapalı mekanlarda nefes almakta zorlandıklarını zannederler. Pek çok psikiyatrik problem gibi, klostrofobi de, çocuklukta yaşanan travmalara bağlı olarak gelişebilir.
Bir MR merkezinde yapılan çalışmada, hastaların %30′unda, kapalı bir ortamda uzun süre kapalı kalmaya bağlı hafif endişe hali görülmüştür. Bir bölümünde ise klostrofobi bulunduğu ve MR çekimi sırasında işlemi yarıda keserek cihazdan çıktıkları belirlenmiştir.
Klostrofobi’nin yaşam boyu görünme ihtimali %7.2 ile %11.3 arasındadır. Bir başka deyişle Türkiye nüfusunu 70 milyon kabul edersek, Türkiye’de yaklaşık 5-8 milyon klostrofobik bulunduğunu söyleyebiliriz.
Klostrofobi, diğer fobiler gibi, davranış terapisinden ilaç tedavisine kadar geniş bir yelpazedeki tedavi şekilleriyle tedavi edilir. Hipnozun da tedavide yeri olduğu söylenmektedir.
Yan Anlam
Klostrofobik ifadesi, genellikle klostrofobi hisleri yahut klostrofobisi olmak anlamında kullanılır. Fakat bazen günlük konuşmada klostrofobiyi ortaya çıkarabilecek kapalı mekanlar veya durumlar için de tanımlayıcı olarak kullanılmaktadır. “Asansörler klostrofobik yerlerdir.” gibi.
Diri Diri Gömülmek
Bir kişinin diri diri gömülmesi, kasıtlı (eziyet için veya öldürmek için), kasıtsız (kişinin öldüğü zannedilerek) veya gösteri amacıyla yapılabilir. Diri diri gömülmede ölüm sebebi olarak havasız kalarak boğulma, açlık-susuzluk ve uzun süre soğukta kalma gösterilir.
Klostrofobi: Latince claustrum (kapalı kalınan yer) kelimesiyle, Yunanca phobia (φόβος), yani “korku” kelimelerinden oluşmuştur.
Klostrofobi’den bahsedip de “diri diri gömülmek”ten bahsetmemek olmaz. Çünkü diri diri gömülmekle ilgili öyle hikayeler anlatılır, bu konu o kadar konuşulur ki, hikayeleri dinleyen herkes kapalı mekanlardan korktuğunu, bir başka deyişle klostrofobik olduğunu zannetmeye başlar. Halbuki her insan kendisine saldıran köpekten korktuğu gibi, çok dar mekanlarda sıkışıp kalmaktan da korkar. Bu korkuların fobi olarak adlandırılmasının sınırı, normal bir insanın korkmayacağı durumlarda aşırı paniklenmesidir.
Öyle ya da böyle, klostrofobi, yeni bir sektörün ortaya çıkmasına sebep olur. İsterseniz hikayeyi baştan alalım:
Ortaçağ’da Avrupa’da, öldü zannedilenlerin diri diri gömülmelerine sıkça rastlandığı bilinmektedir. O yıllarda mezarlıklarda yer kalmayınca bazı mezarların boşaltılarak, yerine başkalarının defnedilmesi fikri ortaya atılır. “Yer nasıl yetmemiş?” demeyin. O dönemde pislik içinde yüzen Avrupa’da veba gibi onlarca hastalık onbinlerce ölüme sebep olurlar ve bu ani ölümler sebebiyle mezarlıklarda yer bulunmaması pek de garip değildir.
Zaten Avrupa’da mezarların boşaltılması çok zor da değildir. Zira o yıllarda Avrupa’da ölüler yüzeye çok yakın gömülürler. Bu yüzden yabani hayvanlar ölüleri kolayca topraktan çıkarır, hastalıkların daha da yayılmasına sebep olurlar. “Toprağı bol olsun” ifadesinin o günlere dayandığı söylenir.
Mezarlıkları boşaltarak ölülere yer açmak isteyenler, garip bir durumla karşılaşırlar: Açtıkları her 25 tabutun (Wikipedia 20 olduğunu söylüyor) birinde, tabutun iç tarafında kazıntı izleri olduğu görülür. Buradan, insanların diri diri gömüldüğü anlaşılır.
Buraya kadar genel kabul olsa da, bu noktadan sonra, farklı kişiler birbirinden tamamen farklı fikirler ortaya atıyorlar. İnternet sitelerinde sık dolaşan bir yazı, konuyu şöyle devam ettiriyor:
O yıllarda bu haberlerle dehşete düşenler, değişik korunma yöntemleri üretirler. Kimisi çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağlamayı uygun bulur. Bir kişinin bütün gece mezarlıkta oturup zili dinlediği söylenir ki, bu işe mezarlık nöbeti (graveyard shift) adı vermeyi uygun görürler.
Gömülenlerin bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell), bazıları da kurtulamaz dead ringer olur.
Bazı İngilizce kaynaklar ise, “saved by the bell” (Zil sayesinde kurtuldu) ifadesinin bokstan gelen bir deyim olduğunu, “dead ringer”ın at yarışlarında kullanıldığını ve “graveyard shift” ifadesinin de 20. yüzyılda ortaya çıktığını söylüyorlar.
ABD’nin ilk başkanı George Washington, bu tarihi hikayeleri bildiğinden olacak, ölüm döşeğindeyken, hizmetçilerinin kendi ölümünden sonra defin için 3 gün bekleyeceklerine söz vermelerini ister.
Eh bu konu fazla dillere dolanınca, “Arz-talep” dengesi devreye girer, “Ya başımıza böyle bir şey gelirse?” diye konuya bir çözüm arayanlar için enteresan projeler geliştirilir. 1897′de Belçikalı Karnice-Karnicki, tabutta yatanın göğüs hareketlerini takip eden ve bir hareketlenme halinde bayrak, lamba, zil ve -evet tabi ki- temiz hava ile tabuttakine destek çıkan bir aletin patentini alır.
İngiltere’de de buna benzer projeler hayata geçer. Tabut kapağına kırılabilir cam paneller yerleştirmekle kalmaz, değişik makara sistemleriyle toprağın üzerine bayraklar çıkarabilecek bir sistem kurarlar. Fakat bu sistemlerin “minik” bir eksiği vardır: Tabutun içine hava girmesi gerektiğini akıl edemezler. Hasılı, böyle bir sistemle gömülen birisi “kendine gelse” bile, hayatta kalabilmesi için mezarının üzerinde sallanan bayrağı kısa sürede fark edebilecek uyanık bekçiler gerekmektedir.
Teknoloji geliştikçe “tabut sistemleri” de gelişir. 1995 yılında bir İtalyan tabut üretim firması, intercom sistemle donatılmış tabutların satışına başlar.
Diri diri gömülme vakalarının mazide kaldığını zannederek erkenden sevinmeyin. Çünkü 1990′ların başında bile, bazı hastaların yanlışlıkla “paketlenip” çelik bir kutu içinde morga götürüldükleri belgelenmiş.
Ne derler bilirsiniz: “Klasikler asla değişmez”.
Batılıların sektörel çalışmalarıyla ilgili hikayemizi burada kesiyoruz. Çünkü bilgiler, klostrofobi başlığı altına sığmayacak kadar genişliyor.
Konu ilginizi çektiyse; Batılılardan, Hintlilere ve Çinlilere kadar uzanan ölüm sonrası merasimlerini konu alan “Tahtalıköyün Tarihi” yazımızı bekleyebilirsiniz.
yanılmıyorsam bendede bu rahatsızlık var ne yapmam gerekir acaba
Ben tipik bir klastrofobikim günde en az 4 defa 6-7 kat inip çıkıyorum ve kendime engel olamıyorum aynı rahatsızlık babamda da var etkilenmiş olabilirim diye düşünüyorum . Ayrıca bu site gerçekten hoşuma gitti ve klastrofobi rahatsızlığını ve diri diri gömülme rivayetlerini anlatan yazınızdan dolayı kutlarım. Yalnız benim gibi internet sayfalarından yardım almaya çalışıpta bide bu hikayeyi okuyup extra klastrofobi olmamak mümkün değil :))))
@ali,
Psikiyatristler, “alıştırma” olarak tabir edebileceğimiz terapiler ve ilaç tedavisiyle, fobilerden kurtulmanıza yardımcı olabilirler.
walla ben yürümekten biktim ne asansör ne tranway ne arabaya binebiliyorum mahkeme terminim war mahkemeye giremiyorum panik atak yasarim yanlisliklan azimdan baska birseyler cikar ben neyapayim bana yardimci olacak kimse warsa bana yazsin bir zamet rica ediyorum. hatta sunuda söyleyebilirim benim ehliyet yüzünden mahkemem wardi hakliydim ama hakzisim dedim bana cezami werin hemen cikayim burdan dedim tamam dediler 3 daka sürdü kurtuldum cabik ciktim disari
@mik,
sosyal yaşamı bu denli etkileyen fobilerde, psikiyatrist tedavisine başvurmak en mantıklı çözüm olabilir.
Bende bu klostrofobi var mı emin değilim ama aksiyon filmelerindeki dar tünel yada oyuntularda saklanma sahneleri , göğüs kafesimde birşey şişip patlayacak hissi veriyor. Bazen mezarın içi aklıma geliyor ve yine aynı etki oluyor. Çok korktuğum başka bir şey de depremde enkaz altında canlı olarak sıkışıp kalmak… Sizce benim durumum nedir.
sendede başlangıç var.. üzüntü falan yaşadığında abartma, fazla bunalıma sokacak şeylerden uzak dur derim.. bende küçüklükte izi varı .. seneler sonra ortaya çıktı . hayattan soğutuyor insanı. . bendede vardı küçükken düşünürdüm şurda kalsam nolur burda kalsam nolur. bi şekilde bastırmışım ama şimdi çıktı . hemde hayatı doya doya yaşama çağımda 🙂 Allah bu korkusu olanlara yardım etsin
umarım kimse bu durumu yaşamaz ve ancak yaşayan bilir ben birçok psikoloğa gittim ve ilaç kullandım olmadı olmadı psikologlar hastanede pek ilgilnemiyor vakitleri sınırlı özelde ise seansı 200 lira ne uçak ne otobüs ne de metro hayatım kabusa döndü
mik öncelikle geçmiş olsun tavsiyem psikiyatriste gidip derhal ilaç alman önceleri uyku yapıyor ancak zamanla bünye alışıyor vr uyku yapmıyor ben iş servisle bile gidemiyorum sadece araçla gidebiliyorum kapalı alanda ölümü yaşıyorum adeta
bunun bir yolu olmalı kurtulmanın bır yolu olmalı
Antidepresan tedavisine başlanıldı, maximum doza kadar çıkıldı, antidepresan kaynaklı işten ayrıldım (normalde alttan alabilecekken laf söyleyip istifayı basıp ayrıldım), günler uyuyarak geçmeye başladı, çaldığım enstrümanları elime almaz oldum, duygularım köreldi, yakınımın ölmesine bile tepki vermedim. Telefon ekranına bakarken birden telefonu tutan sol elimin farkına varıp “bu el benim mi ya” türü yabancılaşma yaşıyordum kimi zaman.. Tüm bu etkilere rağmen asıl sorunu önlemeye yönelik en ufak bir etkisi olmadı, arkadaşımın aracına binsem bile kapı kilidinin kontrolümde olduğunu veya camın açılabildiğini bilmek istiyorum, asansörlerden kaçınıyorum, otobüs dolunca daralıp iniyorum, trene rahatça binemiyorum, metrodan falan bahsetmeye bile gerek yok. Bu arada aktif olarak spor yapan biri iken sporu bırakıp şişman biri olup çıktım. İlacı epey uzun bir süre kullandıktan ve zararlarını gördükten sonra başka bir psikiyatrın da onayıyla ilacı bırakmaya karar verdim (başka ilaçlara çapraz geçişler yapıldı, geri dönüldü) ve işte asıl sorun bu. Kullandığınız şey yasal bir uyuşturucu ve vücudunuz onunla işlemeye alışmış, birdenbire kesemiyorsunuz, yokluğunda hissedileni anlatamam. Şimdiye kadar hissettiklerini üst üste koysak yine de ilacın yokluğunda hissettiğim kadar olamaz. Nefes alıp vermek bile ilaç olmadan bir işkence. Bu süreçte vücut kontrolü ise; sanki elinizde ipi uzun bir uçan balon var, siz sağa sola sallanan bu uçan balondan bakarak vücudunuzu yönlendirmeye çalışıyorsunuz. İlaçtan kurtuldum, etkileri de yok oldu tabi ki, aldığım kilolardan da kurtuldum sayılır, klostrofobiden kurtulamadım. Demem o ki kuru kuruya ilaçla olmuyor, giden yılların hesabını ilaç yazan kişi vermiyor.