Deli Doktoru

Deli Doktoru

Deli DoktoruYağmur yağıyordu.

Pencereyi açana kadar fark etmemişti ama, gecenin sabaha kavuştuğu bu Şubat gecesinin soğuğuna, şiddetli yağmur eklenmişti.

Aslında yağmuru severdi. Hatta en çok sevdiği mevsim, bu sebeple Sonbahar’dı. Ancak bu gece, yağan yağmurun dindiremeyeceği bir sıkıntı vardı yüreğinde.

Ağlamaya başladı.

Yağmur damlaları, kaldırım taşlarına değişik şekillerde çarpıyor; ahenkli bir ses; sokakta yankılanıyordu: Cıp cıp cıp, cıp cıp…

Bu sese, evlerinin altındaki marketin brandalarına çarpan damlaların çıkardığı tok ses ekleniyordu.

Yoldan olanca süratiyle bir kamyonet geçti. Kamyonetin tekerleklerinden etrafa saçılan damlalar, sesteki ahengi kısa bir süre için bozdular.

Araba uzaklaştı, ahenk yeniden sağlandı.

O hala ağlıyordu.

Evlerinin karşısındaki mobilya dükkanının neon lambaları, içlerinde kalan son enerjiyle yürümeye çalışan ihtiyarlar gibi, bir yanıyor, bir sönüyordu.

Üşüdüğünü hissetti.

Hava soğuktu. Annesi uyanık olsaydı, üzerine kırmızı kazağını giymeden camı açmasına izin vermezdi.

Aslında, laf aramızda, annesi uyanık olsaydı, bu saatte uyanık olmasına bile içerlerdi.

“Fatma!” diye seslenirdi.

“Yat artık kızım! Bak sabah okul var, uykusuz kalıyorsun sonra! Kardeşin de uyumuyor sen uyumadan.”

Hemen her gece bu sözler tekrarlanırdı Fatmalar’ın evinde.

Fatma’nın kendisinden bir yaş küçük bir kız kardeşi vardı. Anne, baba ve iki çocuktan oluşan bir çekirdek aileydi Fatma’nın ailesi.

Deli doktoru öyle demişti.

Bugün annesiyle beraber Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları doktoruna gitmişlerdi. Girişteki panoda öyle yazıyordu.

Kapıda 2 saat beklemişlerdi. Fatma sıkılmıştı ama, sıkıldığını annesine belli etmemeye çalışmıştı.

Annesi sıkılmamıştı, çünkü bekleme koltuklarında el işi örmeğe başlamış diğer annelerle konuşmuştu.

Neden sonra, isimleri okunmuştu. Fatma, annesinin elinden tutarak kapıdan içeriye girmiş; doktorun yanına kadar annesinin elini hiç bırakmamıştı.

Doktor bir kaç soru sormuştu Fatma’ya. Sonra da “Önce annenle biraz konuşmam gerekiyor” demiş, bir kaç tane kağıt vererek Fatma’yı odadan dışarıya çıkartmıştı.

* * *

Verilen kağıtları hemen doldurmaya başladı Fatma.

Kağıtlardan biri, boşluk doldurma testiydi. Fatma okulda bunun gibi ödevleri hep yapıyordu, alışkındı.

“Babam…” diye başlıyordu bir satır.

“Eve hep geç gelir” diye doldurdu kız.

Babası eve hep geç geliyordu. Bir fabrikada vardiyalı işçi olarak çalışıyordu, ancak işten dönmesi gereken saatlerde kendini kahveye atardı.

“Babam ile annem…” diye başlayan satıra, “hep kavga ederler” yazdı.

“İsterdim ki…” satırına “babam hiç içki içmesin” kelimelerini ekledi hızlıca.

İçki içerdi babası. Eve geldiği zaman da eşiyle kavga ederdi. “Neredeydin?” sorusuna, “Pavyonda!” diye cevap verirdi hep.

Pavyonun ne demek olduğunu bilmiyordu Fatma, ama iyi bir şey olmadığını biliyordu! Çünkü annesi, babasının bu cevabına çok üzülüyor, ağlıyordu.

Fatma babasını seviyordu, hemen her çocuk gibi, hemen her çocuk kadar. Ama yüreğinin bir yerleri kırıktı babasına karşı.

Babası nedense hep kızıyordu annesine. Mahallenin diğer içki içen babaları kadar dövmezdi çocuklarını, ama annesini hırpalardı. “Bir işi beceremiyorsun” diye kızardı annesine.

Halbuki bir işi beceremeyen, annesi değildi kesinlikle. Annesi, haftada 2 gün temizliğe gidiyor, evi kendi başına geçindiriyordu. Babasının eve katkısı olamıyordu nedense. “Bütün parasını pavyonlarda yiyor!” derdi annesi sıklıkla.

Annesi eskiden daha sık giderdi ev temizliğine, ama çocukları büyüyünce daha az fırsat bulabilmeye başlamıştı.

Sabah, annesiyle beraber hazırlanırlarken; “Deli doktoruna mı gidiyonuz!” diye sormuştu babası, annesi durumu anlattıktan sonra.

Deli doktoruna gitmişlerdi sonra.

* * *

Annesiyle görüşmesini tamamlayan doktor, Fatma’yı içeriye aldı. Bir sürü soru sordu, kafasını salladı, notlar aldı. Bir insan resmi çizdirdi. Elinde tuttuğu bazı şekilleri çizmesini istedi.

Görüşme bitince doktor, Fatma’nın annesini de içeriye çağırdı. Reçeteye bazı ilaçlar yazdı ve Fatma’nın annesine verdi. Fatma’ya, daha sonra tekrar görüşeceklerini söyledi.

Dışarıya çıktıklarında, annesinin elinde tuttuğu reçeteye baktı Fatma.

Görüştükleri kel kafalı doktorun verdiği reçetenin “Hastalık” hanesinde, “Major Depresif Bozukluk” 1 yazıyordu.

* * *

Aynı dakikalarda, şehrin en gözde semtindeki bir villanın 2. katının pencerelerinden birinde de ağlayan bir kız çocuğu vardı.

Fatma ile aynı yaşlardaydı.

Bugün, Fatma ile aynı hastaneye gitmişti.

Annesi, “Her istediğini yapıyoruz doktor bey!” demişti doktora. “Bir dediğini iki etmiyoruz.”

Doktor, “Evde birinden çekinir mi?” diye sorduğunda, “Hayır” demişti annesi.

“Biz onunla abla kardeş gibiyiz. Eşim de öyle davranır! Biricik kızımızı asla üzmeyiz.”

“Peki sizi buraya getiren sebep ne?” diye sormuştu doktor.

“Kızım hayattan zevk alamıyor. Depresyona girdi!” demişti annesi. “Sizi tavsiye ettiler bu konuda. Depresyon tedavisinde çok başarılıymışsınız.”

Bir saat kadar sonra, kızının elinden tutan annesi hışımla hastaneden çıkmış, eve dönmüştü.

O gece, ailenin en büyük problemi, doktorun söylediği sözler olmuştu.

* * *

“Bak hele!” dedi kızın babası. “Demek bizim kızımız şımarıkmış! Ben sana dedim, çocuğumuzu kaliteli bir doktora götürelim diye!”

Anne omuz silkti:

“Ben ne bileyim canım. ‘Devlet hastanesinde kel bir doktor var. O bu konuyu iyi biliyor’ demişlerdi.”

Adam sinirle oturduğu yerden doğruldu:

“Ne iyi bilmesi be! Baksana ilaç bile vermemiş. Beceriksiz adam!”

Sonra birden sağa sola bakınıp kızını arar gibi yaptı ve yüksek sesle seslendi:

“Kızım! Hadi gel aşağıya. Bırak sen o salak doktoru. Yarın gerçek bir psikiyatriste gideriz.”

Babasının sesini duyan kız pencereyi kapattı, göz yaşlarını sildi ve babasının yanına geldi.

Kızını gören baba gülümsedi:

“Yarın şu beğendiğin kıyafeti de alalım sana!”

Kız güldü.

Baba güldü.

Anne güldü.

Şimdilik bütün aile mutluydu.

Kel kafalı o kötü doktorun saçma sözleri (!), onları asla mutsuz edemeyecekti.

1: Major Depresif Bozukluk: Halk arasında anılan ismiyle; depresyon.

Bu hikaye, gerçek hayat hikayelerinden yola çıkılarak hazırlandı.

Sevebilirsin...