Üyelerimizden bayram’09 hatıraları – 1

Üyelerimizden bayram’09 hatıraları – 1
Bu bayramın ilk hatırasını sizlerle paylaşıyoruz. Üyelerimizden amele, ‘bayram sabahı evde yaşanan et heyecanını’ anlatıyor.

Kurban Bayramı dendi mi et cümbüşü gelir benim aklıma. Öyle ya koca bir koç gelir eve. Sonra babamın etlerle mücadelesi…

“Bu kesmedi öbür bıçağı ver.”

“Şunun altına bir tahta koyuverin.”

“Hanım, sen hemen şunlarla kavurma yap.”

Ooo.. Kavurma… Normal zamanda basit bir öğün yemeği olarak görülebilir. Ama kurban etinin o mis gibi kokusu ve enfes tadı ve lokum gibi hafifliği o kavurmayı tabiri caizse alanında lider kılar.

Binbir mücadele sonrası babamın mutfağa adeta yığdığı çuval, en az bir hafta boyu sürecek et ziyafetlerinin habercisi demekti. Genelde babamın montunda toynak izleri olurdu. Bu da onun koçu hizaya getirmek için yine epey bir maceraya girdiğini gösterirdi. Bu maceraları da nasip olursa bir dahaki Kurban Bayramı’nda anlatırım.

Bazı sakatat kısımları, işkembesi, idrar kesesi vs. yani, atılmış gelirdi. Babam ilk iş olarak dikkatlice ödü alırdı ilerki adımlarda daha rahat çalışabilmek için. Malum öd değen et ziyan olur. Bu işlemin ardından babam hemen kavurmalık güzel bir parça ayırır ilk hamle olarak. O parça kavrulurken babam da koça asıl müdahaleye başlardı. Annem bir yandan babama çanak çömlek yetiştirip etlerin ‘kıymalık – kavurmalık – pirzolalık’ diye tasnifine yardım ederken bir yandan da kavurmayla ilgilenirdi.

Malum ilk gün kahvaltı etle yapılır. Ondan önce ağıza lokma konmaz. Biz kardeşlerimle kendimize göre açlığın son raddelerindeyken anneme habire sorardık: Daha pişmedi mi anne? Sabırlı davranırdı yine. Hoşlanmazdı ama belli etmemeyi çalışırdı. O zaman kardeşlerimin arasında en uzun bendim. Ben de annemin yarısı kadardım.

Biz koç ile babam arasındaki mücadeleye dönelim. Yenebilen iç organlarını (ciğer, böbrek, dalak) ayırır ve onları da bir kaç parçaya ayırıp anneme teslim ederdi. Ciğer ve böbrek dışındakiler kavurma yapılmak üzere hazırlanıp buz dolabındaki yerini alırdı. Böbrek de 4 parça halinde tavada pişirilirdi. Böylece kahvaltı hazır hâle gelirdi. Babam da işe ara vererek sofraya otururdu. Hep beraber kahvaltımızı yapardık. Ben ve kardeşlerim iştahla yumulurduk. Annemin “Yavaş olun çocuklar. Boğazınıza kaçacak sonra.” uyarılarına pek de uyamazdık. Babam bizden önce kalkıp işin başına dönerdi. Ben de onun peşinden giderdim irice bir lokmayı ağzıma atarak.

Sıra kaburgalara gelmiştir. İşin en kolay kısmı da değildir aslında. Birbirlerine oldukça sıkı bağlı bu kaburgaları tek tek ayırmak için satırdan aşağısı kurtarmaz. Onunla da tam güçle 3-5 defa vurunca ayrılabilir. Tabi kasap olmadığım için bu yorumları hep gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Aslında kaburgalar işin en zevkli kısmıydı benim için. Kemiğiyle kalan tek kısım orasıydı çünkü. Yani farklılığı vardı. Üstelik lezzetliydi de. Hem kesmesi de zorluydu. Meraklı gözlerle seyrettiğim bir işlemdi. 🙂

Kalan etler kıyma ve kuşbaşı olmak üzere iki kategoride ayrılırdı. İş sadece etleri kemikten sıyırmaktı. O yüzden dayanamaz uyurduk. Annem öğle vakti bayram ziyaretlerine başlamak üzere uyandırırdı. Hemen bayramlıklarımızı giyinip kapının önüne dizilirdik.

Biz uyanana ev kadar çoktan eski hâlini almış olurdu. Tabi ağzına kadar et dolu buzluk hariç.

İsmail Sarbay

Hekim. Opereyşın'ın kurucu ortağı ve isim babası. Görseli yazıya tercih etmesiyle tanınır. Hobilerine titizlikle sarılır.

Sevebilirsin...