Dosyalarınız gelecekte ne olacak?
“Eskiden bilgilerimizi kağıtlar üzerinde, filmler üzerinde saklardık. Artık devir değişti, hemen hemen tüm bilgilerimizi, basit bir elektrik kaçağında bile ortadan kalkabilecek kaynaklar üzerinde tutuyoruz.
Evet kağıtlar, tab edilmiş fotoğraflar zamanla eskiyor, VHS kasetleri bozuluyordu. Ancak bugün kullandığımız sistemlere çok fazla güvenmemiz doğru mu?”
Muhtemelen hepimizin aklına zaman zaman buna benzer sorular gelmiştir. Nasıl dijital ortama aktarılacağını bilmediğiniz veya aktarabilmek için çok uğraştığınız eski teknolojileri bir tarafa bırakın, bugün hiç bir şekilde “okuyamadığımız” bazı eski teknolojiler var.
Hayır, çivi yazılarını kastetmiyorum. Çok eskiden değil, 1976 yılında Mars’a gönderilen Viking uzay gemisinden toplanan bazı veriler, bugün okunamaz haldeler!
Illinois Üniversitesi Kütüphanecilik ve Bilgi Bilimi okulundan yardımcı doçent Jerome P. McDonough, bu konuya kafa yoranlar arasında. “50 yıl sonra, evinizdeki tab edilmiş bir fotoğraf mı, yoksa hard diskinizde 10 mb yer kaplayan bir dosyan mı daha az zarar görecek?” diye soruyor.
Sorunun cevabı belli: Tab edilmiş bir fotoğraf elbette daha çok eskiyecek, sararacaktır.
Gerçekten de bugün elimizde bulunan imkanlarla baktığımızda hard disklerimiz, basılı materyallerden daha az zarar görürlermiş gibi duruyor. Ancak Jerome P. McDonough‘e göre bu durum değişebilir.
“Korkumuzun temel kaynağı, dünyada müthiş bir bilgi birikiminin olması” diyor. “Bu bilgi birikiminin 396 eksabayt boyutlarında olduğunu düşünüyoruz ki, bu yekünü veren bilgiler arasında elektronik kayıtlar, vergi dosyaları, e-mailler, fotoğraflar, filmler var” diye ekliyor.
Eksabayt terimi dikkatinizi çekti mi? Evet kolayca tahmin edilebileceği gibi eksabayt, oldukça yüksek bir sayıyı simgeliyor: 1 kentilyon. Yani Amerikan ölçü birimlerine göre 1’in arkasına 18 tane 0 eklediğinizde elde edeceğiniz sayı. Büyük, değil mi?
Dikkat buyurun, bu bilgi birikimimizi sürekli değişen, sürekli gelişen teknolojilerin üzerinde saklıyoruz. Yani bu bilgilerin pek çoğunun elinize alıp okuyabileceğiniz, bakabileceğiniz “orijinalleri” bulunmuyor.
McDonough gibi bilim adamlarının korkuları da burada başlıyor: “Ya bugün kaydettiğimiz bilgileri okuyamadığımız bir gün gelirse?”
“Bugün kaydettiğimiz bilgileri gelecek nesillere aktaramazsak, kültürümüzün de büyük bir kısmını kaybederiz” diyor McDonough.
Gerçekten de eski bilgilerin okunamayacak hale gelmesi fikri çok uzak bir ihtimal değil. Derinlemesine düşünüldüğünde kullandığımız teknolojilere, kitaplara, dergilere güvenebileceğimizden daha az güvenmemiz gerektiğini kolayca anlayabiliyoruz. Mesela en son ne zaman bir WordPerfect dosyası açtınız, en son ne zaman 8 inchlik bir disketi okumayı denediniz?
Neredeyse her 10 yılda bir, kullanılan teknolojiler değişiyor, aynı hızla da eski teknolojiler çöpe gidiyor.
Bilgisayar backuplarının tutulduğu manyetik bantlar da bir on yıl içerisinde eskiyebiliyorlar. ABD Ulusal Arşivler web sitesine göre, 1970’lerin ortalarına gelindiğinde, 1960 ABD Nüfus sayımına ait verileri okuyabilecek 2 tane makine bulunuyordu. Biri Japonya’da, diğeri ise ABD’deydi. NASA’nın 1976 Viking uzay aracıyla Mars’a inişi sırasında elde edilen bilgiler ise bugün okunmaz haldeler.
Üstelik pek çok bilginin yedeğini bile tutmuyor, sadece dijital ortamda bulunmalarıyla yetiniyoruz.
“Buna en güzel örnek olarak e-mailleri verebiliriz. E-mailler, hükumet ve iş dünyası tarafından da sıkça kullanılıyorlar. Bu bilgileri kaybedersek, adeta günümüz dünyasında olanları kaybetmiş oluruz. Ki bugüne kadar bunun örneklerini gördük” diyor McDonough. Örnek olarak da, Irak Savaşı’nın başlarında Beyaz Saray e-mail arşivlerinin kaybedilmesini veriyor.
“Bugünkü teknolojilerimiz, hem doğal sebeplerle, hem de kasten bozulmaya çok müsait. Bilgilerimizi öyle bir ortamda depolamalıyız ki, hem doğal sebeplerle, hem de insan eliyle ortadan kalkmaları daha güç olsun” diye ekliyor.
Peki ne yapabiliriz? McDonough “Açık kaynak kullanın, teknolojiler hemen değişmesin” gibi bazı tavsiyelerde bulunuyor.
Biraz daha gerçekçilik
Buraya kadar dijital yaşamla ilgili ciddi korkuları olan bir araştırmacının fikirlerine yer vermeye çalıştık. Aslına bakarsanız durum bu kadar da kötü görünmüyor.
Teknolojilerin hızla yenilenmesi zararımıza değil, yararımıza oluyor. Evet, 8 inchlik bir disketi bugün okumaya çalışmıyoruz, ancak 1.44 mb yerine 120 gb veri depolayan harici harddisklerle çalışıyoruz. Teknolojideki bu hızlı ilerleme sebebiyle olacak, insan bazen eskiden kullandığımız materyallerde önemli bilgiler olamayacağı zannına kapılıyor.
Belki de gelecekte karşımıza çıkabilecek durum da bu olacak. Bütün verileri bir şekilde çevirmenin yolu olacak. Ancak insanlar bu verileri çevirmeye gerek duymayacaklar.
Araştırmacının verdiği örnekler genellikle uç teknolojilerle igili olduğu için, günlük hayatta kullandığımız aletlerle ilgili genelleme yapmak yanlış oluyor. NASA’nın kim bilir hangi teknolojiyle kaydettiği bilgileri, bugün bilgisayarlarımızda okunabilir hale çevirememek, olsa olsa NASA’nın hatası olarak kabul edilebilir ki, bu tip hataları sıkça yaptıklarını görüyoruz.
Üstelik eğer her şey McDonough’un söylediği kadar kötü durumda olsaydı, bugün 1950’lerde kaydedilen bir veriyi bilgisayarlarımıza aktarmamız imkansız olurdu. Halbuki o yılarda yapılmış ses kayıtlarını dijital ortama çevirmek, isteyen için çok da zor değil.
Yalnızca, bir kaç satır önce de söylediğimiz gibi, bunu yapmaya eriniyoruz.
“Bir ara bir teyp bulsak da şu kasetleri dinlesek. İçinde ne hatıralar vardı.” diyeceğimiz günler olabilir.
Ancak bunu derken, aradan geçen onlarca yıl boyunca teknolojilerin değiştiğini ve o kasetleri aktarabilecek ara teknolojiler varken, bu ara teknolojilerden yararlanmadığımızı hatırlamamız gerekecek.
Birgün gelir de verilerimizin çoğunu kaybettiğimizi anlarsak, muhtemelen bunun sebebi değişen teknolojiler değil, tembellik olacak.
Teknoloji, yalnızca tembelleşmemizi kolaylaştırıyor.
Hepsi bu…