“Benim adım Oksijen!”

“Benim adım Oksijen!”

Merhaba, ben oksijenim. Birazdan anlatacağım hikaye tamamen gerçektir.

Bi’ gün çok acayip bişey oldu. Biz yirmibir oksijen, yetmişsekiz azot arkadaş, bir tane de tanımadığım arkadaş böyle serbestçe dolaşıyoduk. Bizim birliğe hava deniyor bu arada. Neyse efendim, böyle dolaşırken çok kuvvetli bi’şey bizi kendine doğru çekti. Nasıl güçlü ama! Engel olamıyoruz.

Kısa bir borudan geçtik. Sonra sarı yuvarlak büyük bir odadan geçiyoruz. Azotlarla biz geçtik, diğer arkadaş geçemedi. Bizim diğer oksijenleri bir telaş aldı, ben anlamadım tabi. Meğer onlar daha önce yaşamışlar, hava filtresiymiş bu.

Sonra basık küçük bir odacığa geldik. Oksijen arkadaşlar söylüyor yine karbüratörmüş adı. Hatta bir tanesi dedi, “Karbüratör mü kaldı kesin bu Sovyet malı.” Sovyet de neymişse artık.

Neyse biz karbüratöre doluştuk çok sıkışık oldu içerisi. Böyle yakıcı, pis kokulu arkadaşlar doluştu içeriye. Arkadaş dedi, süper benzinmiş bu. Daha önceden tecrübeli çocuk, kurşunsuz benzinle da girmiş odaya. Onlar daha iyiymiş.

Lafı uzatmıyım, karbüratör odası bizi süper benzinle el ele tutuşmaya zorladı. Tek sıra halinde bir yere geldik. Sübap mıymış neymiş adı.

Zemin bir anda ayağımız altından kayıverdi, büyükçe bir odaya düştük. Silindir şeklinde bir yer. Altımızdan bi’şey bizi sıkıştırmaya başladı. Çocuklar panik içinde “Bizi yakacaklar” diye bağırıyor. Ben bi’şey anlamıyorum. Ne yakması?

Azotlardan biri “Yanma reaksiyonu gerçekleşecek.” dedi. “Yanmanın gerçekleşmesi için size ihtiyaçları var. Benzinler de yakıcı olacak. Arada kaynayan biz oluyoruz hep, tepkimeye bile girmediğimiz halde” diye söylenerek gitti.

Tabi ben yine bi’şey anlamadım, reaksiyon falan. Derken altımızdaki zemin bizi öyle bir sıkıştırdı ki, resmen birbirimize geçtik. Biri bağırdı: “Sıkıştırma bitti, ateşleme zamanı.”

O an fark ettim, tepemizde kocaman bir demir parçası. Tecrübeliler bağırdı: “Bujiiii…”

Bir ışık gördüm önce, ardından kuvvetli bir patlama. Sonrasını hatırlamıyorum.

Kendime geldiğimde üstümde nasıl bir ağırlık. Sanki ben ben değilim, bi’ başkası olmuşum. Biriyle yan yana yürüyoruz, adı Karbonmuş. Etraf karanlık, sıcak bir tünelde ilerliyoruz. Azot abilerden duyduğum kadarıyla; karbonmonoksit mi, dioksit mi öyle bi’şey olmuşuz. Latincem yok aklımda tutamadım.

Tünelde epey ilerledik ama hareket etmeye gücümüz yok, arkadan bir basınç var onunla ilerliyoruz.

Sonra bir yere geldik katalitik konvertörmüş adı. Orayı da geçtik.

Işık göründü. Herkeste bir sevinç, hızla dışarı çıktık. Tam kurtulduk derken bizi tutukladılar. İtiraz ediyoruz: “Biz ne yaptık kardeşim!” diyoruz. “Hem işkence görüyoruz, hem de üstüne tutuklanıyoruz.”

Yok nâfile, küreyi mi ısıtmışız, küresel mi ısınmış tam da anlamadım. Suçumuz buymuş. Hepimizi bir ağaca getirdiler, yeşil bir yaprağın içinde hücreye hapsettiler. Hücre deyince öyle kötü anlaşılmasın. İlk şoktan sonra biraz inceledik. İçeride mitokondri var enerji üretiyor, sonra endoplazmik retikulum filan var.

Yorgunluktan bayılmışız, geceyi hücrede geçirdik. Güneş doğduktan bir süre sonra bizi serbest bıraktılar, inanılmaz hafifledik.

Karbon arkadaşlar bizden ayrılmıştı. Yeniden oksijen olmuştum yaşasın!

“Karbon arkadaşlara ne oldu?” diye sordum, azot abilerden biri cevap verdi:

“Onlar glukoz oldu sizden bazılarıyla, haberin yok mu?”

Sonra kızdı: “Hiç Fen Bilgisi dersi görmedin mi sen?”

Benim adım, Oksijen 🙂

Salih Akdoğan

işbu bir imzadır. bilgilendirme mâhiyetindedir. :)

Sevebilirsin...