Kazanda ne pişer?

Kazanda ne pişer?
Masai Mara‘dan aramıza katılan Hanute‘nin maceralarına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hanute’ye sorunuz olursa, Twitter hesabıyla iletişime geçebilir veya bu yazıya yorum atabilirsiniz.

Göbekli beyaz adamın “My name is Murat! I’m Turk laayn!”* şeklinde bağırmasını kimse pek önemsemedi. Babamın yakın korumaları, kendisini köyümüzün meydanına doğru götürmeye başladılar. Adam, iki koluna giren 2 koruma tarafından havaya kaldırılmıştı ve ayakları havada sallanıyordu.

Yakın korumalardan laf açılmışken, fiziksel özelliklerinden biraz bahsedeyim. Normalde biz ince uzun insanlarız. “Zenci” dediğiniz zaman aklınıza gelen o omuzları geniş, iri yapılı, kocaman siyahi insanlar, bizim memlekette yaşamıyorlar. Hatta Afrika’da öylesi pek yok diyebilirim. Onlar bol proteinli ve yağlı fast food yiyeceklerle, şekerlemelerle beslenilen memleketlerde yaşıyorlar (Dünya haritasının sol bölümü). Bizim buradaysa, yakın zamana kadar lokanta gibi bir şey bile yoktu. Nerede kaldı fast food? Hani açlıktan kırılmıyoruz çok şükür, ama ne bıkasıya yiyecek kadar yemeğimiz var, ne de yağ bağlayacak kadar boş vaktimiz.

Peki babamın yakın korumaları, nereden baksanız 100 kilodan fazla eden bu adamı nasıl bu kadar rahat taşıyabildiler? Çünkü kendileri de en az 100-150 kilo varlar ve yanınıza geldiklerinde Akasya ağacı kadar gölgeleri düşer üzerinize. Babam, bu adamları özel olarak yetiştirir. Kabilemizin savaşçı ailelerinden daha ufakken seçtiği çocukları, Kenya’ya gelen büyükelçiler aracılığıyla getirttiği besin takviyeleri, protein destekleri, kızarmış tavuk parçaları ve hamburgerlerle özel olarak besler. Zaten kendisi de yerinden pek kalkmadığı ve bu yiyeceklere dadandığı için o kadar kilo aldı.

Çocuklar, uzaklardan getirtilen ve gelene kadar tadını, şeklini, rengini, her şeyini kaybeden bu “şey”leri istemeye istemeye yemeye başlarlar ama sonraları müptelası olurlar. Büyürken boyları ve kiloları hızla artar ve bu günkü hallerini alırlar. Babamın yakın korumalarını bu şekilde yetiştirdiğini diğer kabileler bilmedikleri için, hem bu adamların nasıl bu kadar iri olduklarına şaşar, hem de bizden bayağı korkarlar. Onun için kabilemize kimse sataşmaz.

Konumuza dönelim. Korumalar adamı köyümüzün meydanına götürdüler ve Afrika diliyle kıpırdamamasını söyleyerek oraya bıraktılar. Bana kalırsa, adam söylenenleri anlamadı ama, kendisine doğru uzatılan 2 sivri mızrak, kıpırdarsa neler olabileceğini kendisine gösteriyordu. O da kıpırdamadı. Ama çenesi hiç durmuyordu. Yüksek sesle bir şeyler söylüyor ve el kol hareketleri yapıyordu.

Babama çok teşekkür ettim ve yanında yere çakılı duran çanak anteniyle meydana kurulmuş olan bilgisayara doğru yürüdüm. Adam, önce çanak antene ve bilgisayara bakarak biraz sustu. Ama sonra, az ileride kurulmuş olan ateşin üzerine koyulan kocaman kazandan dumanlar tüttüğünü görünce öyle bir ah çekerek bayıldı ki, sesini Kilimanjaro’dan duyabilirlerdi.

Hemen su getirdiler ve adamın yüzüne su dökerek, o da yetmeyince tokatlayarak uyandırdılar. O an ölmüş olabileceğini düşünerek çok korktum. Çünkü internete bağlanabilmem için bu adama ihtiyacım vardı.

Adam uyandığında yanına yaklaştım ve “Connexion… internet…” gibi adamın anlayabileceği kelimelerle Fransızca olarak derdimi anlatmaya çalıştım. Adam hemen büyük bir istekle bilgisayarın başına geçti ve çalışmaya başladı.

Sonradan kendisinden öğrendiğime göre, meydana kurulu olan kazanda kendisini pişirip yiyeceğimizi sanarak korkmuş. Neremizi yamyama benzetti anlayabilmiş değilim. Kazanın başında duran kabilemizin “İhtiyar Heyeti”nden 88 yaşındaki bir dedenin burnunu delerek taktığı demir aksesuarla kötü kötü gülmesinin bunda etkili olduğundan şüpheleniyorum.

Halbuki o kazanın orada olması tamamen tesadüftü. Geleneksel kabile şenliklerimiz başlamak üzereydi ve o kazanda da et yemeği pişiyordu.

Siz sormadan cevaplayayım: Hayır, tabii ki değil, antilop eti. Bildiğiniz antilop.

İnsanın üzerine bir kere çamur atılmaya görsün, bir türlü çıkmıyor yahu.

Sahi, antilop nedir, bilir misiniz?

İbrahim

Hekim. Yazar, beğenirse çevirir, kod yazarak eğlenir. 2002'den beri internette yazıyor.

Sevebilirsin...