Bir Ayıcık Masalı
Ben küçücük bir çocukken, babam bana masallar anlatırdı.
Aslan Kral’ın kralı olduğu ormanlar ülkesinin maceralarıydı bunlar. Standart masal temalarını kombine ederek doğaçlama anlattığı masallardı.
Masalları, 5 kişilik ayıcık ailesinin gözünden dinlerdim. Baba, anne ve 3 yavrudan oluşan ayıcık ailesindeki en büyük yavrunun adı, çok sevdiğim oyuncak ayıcığımın adıydı. Anlaşılan, anlatılan masallar oyuncak ayıcığımın ailesinin yaşadıklarıydı.
Bir türlü uyuyamadığım gecelerde babam, yanıma yatar, beni koluna alır ve anlatmaya başlardı.
Heyecanla dinlerdim.
Babamın anlattığı masallarda, ormanlar ülkesi tehlikesiz bir yer değildi. İyi canlılar kadar, kötü canlılar da yaşıyordu bu ormanda. Kurtlar, tilkiler, çakallar, sırtlanlar, hatta masal kahramanlarımızla aynı türden kötü ayılar da yer alıyordu.
Zaten masallar da, bu kötü karakterlerin ayıcık ailesine zarar vermek istemeleri, ancak bir şekilde kaybetmelerini konu ediniyordu sıklıkla.
Kâh evden kaçan yavru ayıcıkları kandırıp kaçıran tilkiler, kâh Krallık’ın sınırında yer alan göldeki adaya kadar ayıcıkları kovalayan sırtlanlar, kâh ayıcık ailesini çekemeyen kötü ayılar sahne alırdı, kötü adam rollerinde.
Bazen, yavrularını aramaya çıkan anne ve baba ayıcıklara, iyi kalpli bir tanıdıkları yavruların gittiği yönü tarif ederdi. Yavrular bulunur ve kurtarılırdı.
Bazen ise, bütün kaynaklar tükenince ve ümitler kesilince, hani “son tepenin de ardına bakılınca”, olay yukarılara intikal eder, hikayeyi dinleyen Aslan Kral problemi çözerdi.
Masallarda mutlaka aile içi diyaloglara da yer verilir, ana fikir çoğunlukla bu şekilde verilirdi. Kurtarılan yavrulara, ailelerinden izin almadan yuvadan uzaklaşmamaları gerektiğini söyleyecek biri mutlaka olur, kötü ayıların kulaklarını çekecek bir güvenlik görevlisi elbette bulunurdu.
Söylememe gerek var mı bilmiyorum, her kelimesini pür dikkat dinlerdim.
İçinde yaralama, cinayet, argo bulunmayan ve daima mutlu sonla biteceği bilinen masalların da çocuklara keyif verebileceğinin açık birer örneğiydi bu masallar.
Pokemonların, Ben10’lerin olmadığı zamanlarda, bu masallar vardı.
Çoğunlukla masalın bir yerinde uyuklayan zavallı babamı her seferinde uyandırır, anlatmaya devam etmesini isterdim.
Uykunun bir angarya olduğunu zannettiğim o yıllarda, bir yetişkinin gerçekten gün boyunca yorulduğunun ve uykunun bir ihtiyaç olduğunu herhalde anlatsa da kavrayamazdım.
O da boşuna uğraşmaz, “Hadi uyu sen de. Yarın gece devam ederiz söz.” der, uyumaya devam ederdi.
Beş – on dakika içinde ben de dalardım uykuya. Ben uyuyana kadar, yanımdan kalkmazdı babam.
Aradan yıllar geçti.
Masalların aslan idarecileri, yardımsever karakterleri, kıskanç ve kötü ayıları, uyanık tilkileri, sahtekar canlıları hayatımda birer role model olarak karşılıklarını buldular.
Hemen herkes, masal dünyamda yerli yerine oturdu.
İnanıyorum ki, masal boyunca kötüler kazanacakmış gibi görünse de, sahtekar tilkiler kısa vadede büyük görülse de, kıskanç ayılar büyük zararlara sebep olabilse de, sonunda kazanan taraf, ayıcıklar olacak.
Temiz, dürüst, çalışkan ayıcıklar…
Ancak eskiyi hatırladığımda, bugün de yapabilmek isteyeceğim bir şeyin olduğunu anlıyorum.
Bir şeyi, yeniden yapabilmek istiyorum.
İstiyorum ki, kötüler tarafından kuşatıldığımı düşündüğüm, kaybetme korkusuna kapıldığım anlarda, gözümü kapatabileyim.
Zaman donsun ve yeniden gözlerimi açtığımda, kendimi babamın koluna mutlu bir şekilde uzanmış, masal dinlerken göreyim.
Kötü ayılar varsın kızsın, varsın bağırsın, varsın kovalasın ayıcıkları.
Ben heyecanla, ama korkmadan anlatılanları dinleyeyim.
Gözlerimi huzurla yumarak babama sarılayım, sımsıkı.
Kötülerin mutlaka kaybedeceklerini, yeniden hissedeyim.
harikaydı.keşke hayat çocukluğumuzdaki masallar gibi olsaydı…………