Çağın Hastalığı: Derinlik Eksikliği

Seçeneksiz kalmak kötüdür. Ama bu, çok seçeneğiniz olmasını iyi yapmaz.

Bugün en az 30’lu yaşlarında olanlar iyi hatırlar. Zamanında evde film seyredeceksek seçenekler sınırlıydı: Elinizdeki CD’lerden (kaset dönemine girmiyorum bile) birini seçecektiniz. Haliyle mesele bir tercih meselesi olmaktan çıkıyordu. Bazen öncekilerini seyretmediğiniz bir fim serisinin üçüncü filmi, bazen sinemanın olduğu sokağa bile uğrayamayacak kadar kalitesiz bir merdiven altı yapım… Artık ne denk gelirse. Bugün öyle mi? Artık her film seyretmek istediğinizde, yüzbinlerce seçenek içinden seçim yapmak durumundasınız. Her defasında uzayıp giden listeler içinde kaydırıp duruyor, sonunda da bıkıp bırakıyor veya filmi izlerken “Yanlış seçtim!” diye dertleniyorsanız, yalnız değilsiniz. Bunun psikolojide bir adı var. V. Singh, aşağıda özetlediğimiz blog yazısında Seçim Paradoksunu ve Derinlik Eksikliğini anlatıyor:

Z kuşağının içinde bulunduğu açmazı hepimiz görüyoruz:

“Neden ne istediğimi bilmiyorum?”

Modern yaşamın alametifarikası haline gelen bu kriz, sahip olduğumuz sınırsız seçeneklerden kaynaklanıyor. Maddi ya da manevi, her şeyin her türlüsüne erişimimiz var. Dijital dünyaya sonradan adapte olan Y kuşağının aksine, Z kuşağı sonsuz seçeneklerle doğdu – bu da onların zihinsel yapısını farklı hale getiriyor.

Seçim Paradoksu

“Seçim Paradoksu”, psikolog Barry Schwartz’ın 2004’te yayımlanan kitabında ortaya koyduğu bir kavram. Bu kavram, seçenek sayısı arttıkça insanın daha fazla kaygı yaşadığını öne sürüyor. Bunun nedeni, karar verme sürecinin getirdiği bilişsel yük ve buna bağlı olarak gelişen karar yorgunluğu ve pişmanlık. Schwartz’ın açıkladığı gibi, çok sayıda seçenek sunulduğunda insanlar “Seçim Aşırı Yüklemesi (Choice Overload)” yaşar. Bu, mevcut birçok seçenek arasından birini seçmenin zorluğu ve yapılan seçimin ardından duyulan pişmanlık ile karakterizedir. Seçenek sayısı arttıkça fırsat maliyetleri de artar ve bu zihinsel olarak yorucudur.

Özgürlük, başlangıçta çok sayıda seçenek arasından seçim yapabilme yetisi olarak görülüyordu; ancak klasik ekonomistlerin beklentisinin aksine, seçeneklerin artması tüketici memnuniyetini artırmıyor. Seçenekler çoğaldıkça, yapılan herhangi bir seçimden duyulan memnuniyet azalır – bu duruma “Analiz Felci (Analysis Paralysis)” denir.

Dopamin Ekonomisi

Y kuşağı modern dünyayı tanımlayan teknolojiye sonradan uyum sağlarken, Z kuşağı bu teknolojinin içinde doğdu. Pek çok kişi için gün, güneş ışığıyla değil mavi ekranla başlıyor. Anında kaydırma alışkanlığı ve dijital bağımlılığın artması, yalnızca yetişkinleri değil, çocukları ve ergenleri de etkiledi. Hindistan’ın Rajkot şehrinde yapılan bir araştırma, 10 yaş altındaki çocukların %81’inden fazlasının yemek sırasında ekran kullandığını ortaya koydu. Fransa’daki EDEN kohort çalışmasında (2-5,5 yaş arası 1.562 çocuk), yemek sırasında sürekli açık olan televizyonun çocukların 5,5 yaşına geldiklerinde sözel IQ puanlarında 3 puanlık düşüşe yol açtığı belirlendi. Pek çok araştırma, teknolojinin genç nüfus üzerindeki ciddi tehditlerine dikkat çekiyor.

Dopamin, motivasyon, ödül beklentisi ve haz arayışında rol oynayan bir nörotransmiter. Öğrenme ve alışkanlıkların oluşmasında da katkısı vardır. Olumlu bir bağlamda dopamin, bizi yaşamda hedeflerimize yönlendirir. “Dopamin Ekonomisi” ise beynin ödül sistemini sömürecek şekilde tasarlanmış dijital ortamları ifade eder. Bu sömürü, kısa ve sık tekrarlanan haz ve onay patlamalarıyla gerçekleşir. Dopamin, hızlı doyum için suistimal edilir. Bu da bireyi karar felcine, kimlik keşfi ve özsaygı sorunlarına, sığ ilişkiler kurmaya yatkın hale getirir.

Sosyal Medya ve Dopamin

Instagram’ın beğeniler, yorumlar, Reels’ler ve bitmeyen kaydırmalar gibi birçok özelliği; sosyal onay, öngörülemez yenilik, beklenti ve hızlı eğlenceye dayalı bir ödül sistemini destekler. Araştırmalar, Instagram ve Twitter gibi sosyal medya platformlarının beynin ödül sistemini tıpkı bağımlılık yapan maddeler gibi etkilediğini göstermektedir. Z kuşağının yarısından fazlasının dikkat süresi kısalmış durumda; bu da kişinin can sıkıntısına tahammülünü ve bir işe, kitaba, kariyere ya da partnere bağlı kalmasını tehlikeli derecede zorlaştırıyor. Sonuç olarak, Pinterest’teki idealize edilmiş görüntülerle karşılaştırıldığında gerçek hayat sıkıcı görünmekte ve birey sürekli kaçış arayışına girmektedir.

Hayatlarımız Nasıl Etkileniyor?

Modern dünyadaki insanlar hayatlarından memnun değil; sık sık huzursuz ve şikayetçi. Bu, her gün maruz kalınan yoğun uyarılmalar nedeniyle gerçek dünyadaki görevlerin (ders çalışmak, çalışmak vs.) olduğundan daha zor gelmesinden kaynaklanıyor. Sayısız kaçış yoluyla kuşatılmış Z kuşağı, rahatsızlık veren bir şey üzerine düşünmemeyi kolayca seçebiliyor. Böylece insanlar, rahatsızlıktan ne pahasına olursa olsun kaçmayı ve kendilerini iç gözlemden uzak tutmayı öğrenmiş oluyor.

İnsanlar bir şey hakkında kendi düşünceleriyle yüzleşmeden, bir sonrakine geçme lüksüne sahipler. Bu, günümüz kuşağında yaygın olan “kaybolmuşluk” hissini açıklıyor; çünkü seçenek eksikliğinden değil, kendimizi dinleyecek kadar durup düşünmüyoruz.

Modern Dünyada İlişkiler

Modern çağda çöpçatanlık uygulamalarında insanlar birer meta gibi değerlendiriliyor; dış görünüşlerine ve profildeki dikkat çekici bir iki satıra göre yargılanıyorlar. Sonsuz seçenek illüzyonu, bağlılığı bir risk gibi gösteriyor. Çünkü kişinin aklında sürekli şu düşünce oluyor: “Belki daha iyisi sadece bir kaydırma ötededir”. Bu hızlı yargılar, kişinin karakterini keşfetme ihtimalini ortadan kaldırıyor. Bu ilişkiler empati ve duygusal bağ ile değil, onay ihtiyacıyla besleniyor.

Çoğu zaman büyüme, netliğin henüz oluşmadığı yerde başlar.

Neler Yapabiliriz?

  1. Size iyi gelmeyen hesapları takipten çıkarın, uygulama kullanımını sınırlayın ve ne tükettiğinize dikkat edin.
  2. Günlük Yaşantınıza Durgunluk Ekleyin. Zihnin nefes almasına izin verin.
  3. Dopamin Sıfırlaması Yapın. Hızlı ödül getiren davranışları azaltarak (kaydırma, çoklu görev vs.) beyninizi yeniden kalibre edin. Kitap okumak, günlük tutmak, derin sohbetler gibi yavaş ve anlamlı aktivitelerle dopamin dengenizi yeniden kurun.
  4. Seçenekleri Sınırlayın. Sabah rutini, haftalık buluşmalar, dijital detoks saatleri gibi hayatınıza varsayılanlar ekleyin. Bu, karar yorgunluğunu azaltır ve zihinsel alan açar.
  5. Kendinizi Tanımak İçin Zaman Ayırın. Günlük tutmak, terapi, ya da sessizce düşünmek… Bunlarla kendi değerlerinizi, arzularınızı ve alışkanlıklarınızı keşfedin. Kim olduğunuzu bilmeden net kararlar veremezsiniz.
  6. Yavaş İçeriği Kucaklayın. Dikkat sürenizi nazikçe geliştirin – zayıflamış bir kası tekrar inşa eder gibi.
  7. İlişkilerde Teknolojik Sınırlar Koyun. Yemeklerde, buluşmalarda, sohbetlerde telefonları kenara koyun. Teknoloji kaynaklı dikkat dağınıklığı (phubbing) yakınlığı ve varlığı zedeler.
  8. Sosyal medyada empoze edilen “hayatını erken çözmüş olma” baskısına kapılmayın. Belirsizlik içinde yaşamayı öğrenin. Bunu bastırmak yerine hissedin. Çünkü çoğu zaman büyüme, netliğin henüz oluşmadığı yerde başlar.

Sonuç

Modern dünya bize makinelerle nasıl etkileşime geçeceğimizi öğretti ama birbirimizle ve kendimizle nasıl başa çıkacağımızı öğretmedi. Aşırı uyarılmış bir nesil, anlam ve varlık duygusunu kaybetmiş durumda. Bu nedenle, bizleri uzaklaştıran şeyleri geri kazanmak için derinlik ve içe dönüklükle örülü yavaş bir yaşamı yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Aradığımız cevaplar bir sonraki gönderide değil; içimizde. Zaten hiçbir zaman bugünki gibi yaşamamız gerekmiyordu.

İbrahim

Hekim. Yazar, beğenirse çevirir, kod yazarak eğlenir. 2002'den beri internette yazıyor.

Sevebilirsin...