Yere düşmeyi öğrenmek
Sini kaplumbağaları veya daha çok bilinen adıyla Caretta carettalar, denizlerde yaşarlar. Yalnızca yumurtlamak için karaya çıkarlar ve genellikle yumurtalarını Akdeniz sahillerine bırakırlar. Zamanı geldiğinde yumurtalarından çıkan minik Carettalar, denize ulaşıncaya kadar bir çoğu; yılanlardan kuşlara, memelilerden kara kurbağalarına kadar pek çok canlı tarafından avlanırlar. Yumurtalardan çıkan binlerce Caretta’dan, çok azı suya kadar ulaşabilir ve suya ulaştıktan sonraki yaşam mücadelesi de başlı başına ayrı bir hikayedir.
Küçüklüğümde minik Caretta’ların bu mücadelesini gördüğümde, insanların neden bu kaplumbağalara destek olmadığını düşünmüştüm. Minik kulaçlarla sahilin ıslak toprağı üzerinde zar zor ilerleyen ve bir çok avcı tarafından kuşatılan bu canlıları bulundukları yerden alıp denize bırakmak kolay ve yararlı bir iş olmaz mıydı?
Bunu düşünen ilk kişi olmadığımı, yıllar sonra anladım. Yavruları yumurtadan çıktıkları anda alıp suya bırakmak defalarca denenmişti denenmesine ama, sonuç pek de iç açıcı değildi. Caretta’ların suya ulaşmak için belli bir emek harcamaları gerekiyordu ve bu süreci kendi başlarına tamamlamalarını engellemek, suya ulaştıktan sonra da kolayca yem olabilmelerine ve kısa sürede ölmelerine yol açıyordu.
Aynı durum, küçüklüğümüzde yürümeyi öğrenmeye çalışırken bizim de başımıza gelmiyor mu? Önce oturabilmeye başlıyoruz, sonra bir yere tutunarak dikiliyor, sonra tutunarak yürüyor ve en sonunda da bir yere tutunmadan yürüyebilmeye başlıyoruz. Ancak bu süreçte belki yüzlerce kere yere düşüyoruz. Acemice attığımız adımların sebep olduğu düşme ve düştüğümüzde hissettiğimiz acının hoş olmayan duygusu, tekrar ayağa kalktığımızda atacağımız adımın biraz daha ustaca olmasına yardımcı oluyor. Üstelik bir taraftan da, yere düşe düşe, doğru bir şekilde yere düşmeyi de öğreniyoruz.
Peki biz yürümeyi öğrenirken, ailemizin fertleri yere düşmemize engel olsalardı ne olurdu? Yani attığımız her acemice adımı destekleselerdi ve dengemizi kaybettiğimizde, hemen dengemizi yeniden sağlasalardı ne olurdu? Yalnızca yürümeyi öğrendiğimizi zannederdik. Ancak ailemizin bizi serbest bıraktığı ilk adımımızda yere düşer ve eskisiyle aynı şekilde adım atmamıza rağmen neden düştüğümüze bir anlam veremezdik. Hem yürümeyi, hem de düşmeyi öğrenme fırsatımız olmazdı.
Yürümek, vücudumuzun binlerce komplike faaliyetinden biri. Ancak belki de çok göz önünde olduğundan yürümenin ne kadar ciddi bir iş olduğunu kavrayamıyoruz. Halbuki, attığımız her adımda beynimiz, beyinciğimiz, kaslarımız, sinirlerimiz, eklemlerimiz müthiş bir ahenkle çalışıyor. Adım atmanın her fazında bir çok kas eş yönlü veya zıt yönlü olarak görev alıyor.
Bu aşamalardan birinde bile ufak bir bozukluk olması, kolayca fark edilebilecek yürüme kusurlarına yol açabiliyor.
Biz, işte bu komplike faaliyeti, deneye yanıla, düşe kalka, aşama aşama öğrendik.
Zorluklar yaşamasaydık, insanların denize bıraktığı Carettalar gibi, yapacağımız işi öğrenemezdik.
Hedefine ulaşanlar, başarısızlığı göze alanlardır.
Hiç birimiz, yere düşmeyi tecrübe etmeden yürümeyi öğrenmedik.