Derin gangster: Alkapon

Hükümetin sopası, patronların maşası, sendikacıların kâbusu, acımasız katil, purolu kral, devletçi mafyanın mimarı ve Alcatraz’ın frengili hastası…

Alphonse Gabriela …

Tevellüd: 1899 – İtalya… Berber Gabriela’dan olma, Terzi Teresa’dan doğma…

Bilirsiniz Yahudiler için Avrupa daima sıkıntılı olmuştur, yüz yıl evvelki Napoli öyledir mesela…

Nitekim Capone’lar da kamuflaj giyer, zemine uymak zorunda kalırlar. Çocuklarını kilisede vaftiz ettirir, Katolik okullarına yazdırırlar.

Siz deyin iktisadi kriz, biz diyelim mahalle baskısı, aile ani bir kararla tası tarağı toplar, Amerika’ya doğru yelken açar.

Hırsız, Kurnaz, Hiper Haylaz

ve gönül huzuruyla yaşar.

Büyük buhran yıllarında, işsizlik had safhaya çıkmıştır, babası meteliğe kurşun atar. Genç Alkapon iş başa düştü deyip kolları sıvar, gider gazino fedailiğine başlar. Patronu Frankie kanunsuz işlere “bu gözü kara çocuğu” yollar, tetik düşürmek için “yaşı müsaittir” zira. Nitekim henüz ağzı süt kokarken iki leşi olur ve suç dünyasına adım atar.

O yıllarda Sicilyalılar New York’u mekan tutmuş, İrlandalıların sahasına sızmaya çalışmaktadırlar. Aynen İtalya’daki “Cosa Nostra” gibi bir çatı altında toplanır, “Five point” (beş nokta) adı altında organize olurlar.

Five Point’in fikir babası (bir numara) Lucky Luciano, Yahudi çocuklarına hırsızlık yaptırıp, uyuşturucu dağıttırarak sınıf atlamış bir çakaldır. İki numara Vito Genovese silah alıp, satar. Üç, Johnny Torrio kadın taciridir, gazino, genelev işlerine bakar. Dört, Yahudi Meyer Lansky, toplanan kara paraları Haham Rosenbaum’un sahibi olduğu International Credit Bank’ta “beyaz ötesi” yapar. Beş, Alkapon’un patronu Frankie Yale tetikçi besler, daha ziyade “tahsilat” işlerine bakar.

Genç Alkapon’un gözü yüksektedir, ah bir punduna getirse de patronunun ayağını kaydırsa. Frankie de tedirgindir olur, bu küçük serseriden kıllanmaya başlar. Bir gün Alkapon’un koluna girer “Kardeşim Maria’ya niye asılıyorsun” deyip hır çıkarır, yer misin yemez misin der, alırlar araya. Vücuduna bir anda falçatalar girer çıkar, boynunu ve yüzünü boydan boya yararlar. Bir pürüzü çizmiş olmanın rahatlığı ile dağılırlar. Lâkin Alkapon’un alacak nefesi vardır daha…

Yüzünde derin bıçak izi… İşte bu faça Gangsterlik yolunda önünü açar. “Scarface” (yaralı yüz) namı ile alemde nam tutar.

O günlerde ABD’de içki yasağı vardır, Don Torrio adlı bir gazinocu kaçak viski taşıyacak adamlar aramaktadır. Bahsi geçen iş Alkapon’a uyar, kıvrak zekası ile patronunu paraya boğar. Bu arada Frankie ile olan hesabını da görür, can düşmanını evinin kapısında, üstelik çoluk çocuğunun gözü önünde zımbalar.

Ama ne iştir bilinmez polis raporu “trafik kazası” diye tutar. Alkapon hasımlarını genelde “spagetti yemeye” davet eder ve adam neşeyle tıkınırken beynine sıkar. Kime nasıl davranacağı belli olmaz, bazen bıçakla dilimler, bazen tamburalı ile tarar.

Bilirsiniz; Mafya üyeleri umumiyetle resmi erkândan uzak dururlar. Ancak Alkapon inadına devletlülerle sarmaş dolaş olur, bu gücü arkalamaya bakar. Her ne kadar rugan ayakkabılarını ABD bayrağı ile silip parlattığı bilinse de ulusalcılığı kimselere bırakmaz. Mangal kül hesabı, üfür üfürebildiğin kadar…

Tamamen Duygusal

Günün birinde Yahudi Meyer Lansky tarafından Başkan Hoover’a takdim edilir ve o günden sonra “derin işlere” taşeronluk yapar. Grev, kanuni bir haktır malum ve devlet buna karışamaz. Ancak Başkanın bir işaret çakması yeter, Alkapon gider işçi liderlerinin gırtlağını sıkar. Beyzbol sopasını sallaya sallaya “Kahrolsun komünistler!” diye haykırır, rejimin savunuculuğuna kalkar. Sağda solda; “Bolşevizm ABD’ye sızamayacak, gençlerimizi sosyalist basından, kızıl fesattan koruyacağız” tarzında nutuklar atar.

Gün gelir sendikalar Alkapon korkusundan kıpırdayamaz olurlar. Malum topuk kemiği hassastır, delinince can yakar!

Cumhuriyetçi hükümetle senli benli olan genç haydut, kendine yeni bir hedef koyar. Torrio’nun tahtını da sallasa mıdır acaba?

Nitekim arabası beklenmedik anlarda delinmeye başlayan yaşlı patron “spagetti yerken ölmemek için” kendi rızası ve hür iradesi ile tekaüde ayrılır, “Veliahtım Al Capone!” deyip tası tarağı toplar.

Alkapon Five Point’in beş patronundan biridir artık, kendine yeni bir imaj yapar.

Görünüşte mobilya dekorasyonla uğraşan “itibarlı” bir müteşebbistir. Medyayı yemlemeye özen gösterir, aksini yazacak birileri olmadığına göre yüzündeki yarayı “savaşta aldığını” söylemenin ne mahsuru olabilir ki? Böylece vatanseverliği de belgelenir.

Gündüz Külahlı, Gece…

Gün gelir anneler çocuklarına onu örnek gösterir, sihirli değnekle para aklayan tilkiyi ayakta alkışlarlar. Hatta North Western Üniversitesi’nin ricası üzerine konferanslar verir, engin birikimlerini gençlerin istifadesine sunar.

Halbuki Chicago Outfit’teki ofisinin önünde her gün yüzlerce şehir şakisi ellerinde referanslar (onlara kötü hal kağıdı diyelim isterseniz) “gangster” olabilmek için sıraya girmektedir. İrlandalılar Alkapon’un yükselişinden bizârdırlar, gel gelelim Five Point’in gücünden tırsar, takışmayı göze alamazlar.

Purolu Kral, belediye başkanlarını bağlar, polis içinde de adamları mevcuttur, minik kuşlar operasyonları fısıldar.

Peki ensesine bir mermi filan? Valla öyle bir risk vardır, suikast endişesi ile yaşamak sıkmaya başlar. Nitekim bir gün yaveri Consigliorisi’e (Napoli’den köylüsü olur) “Para para para! Sahi bu meret ne işe yarar?” diye sorar, “Dostlarımı bile öldürüyorum? Beni de vuracaklar! Bizi cehennem bekliyor. İyi de bu pis işleri niye bırakamıyorum? Böyle nereye kadar?”

Alkapon oğlu Sonny’e pek düşkünse de karısı Mae ile hiç anlaşamaz. Evet Mae alımlı bir kadındır ama ukâladır, hırslarına dizgin vuramaz. Alkapon ona hiç güvenmez, yanında uyumaktan korkar.

Nitekim evden kopar, Lexington Oteli’ni mekân tutar. Altın çerçeveli boy aynası, gizli bir geçide açılır ki bu dehliz ihtişam kelimesinin zayıf kaldığı bir saray yavrusuna çıkar. Burada fahişelerle düşüp kalkar ve frengi kapar.

Alma Mazlumun Ahını

Oysa dışarıda namus kumkuması kesilmektedir, mini etek giydi diye yakınındaki kadınların bacaklarını kıracak kadar!

Bu âlemin vefâsı yoktur, zaafını yakaladılar mı tepetaklak aşağı alırlar. Zaten çok şey bilmektedir, devletlülerin canını sıkar. Komünizm tehlike olmaktan çıktığına göre, bu pisliği yakalarından atmalıdırlar. Ve işaret verilir, Bugs Moran yönetimindeki İrlandalıları üstüne salarlar. Alkapon da altta kalmaz, iki suç şebekesi arasında çıkan müteaddit müsaderelerde 400’e yakın gangster telef olur. Çember gitgide daralmaktadır, hatta bir keresinde Cadillac’ı kalbura döner, sadık adamı Tavuk Henry ile paçayı zor kurtarırlar.

Alkapon dişe diş mücadele verir, beklenenin aksine hakimiyet alanını büyütür, barları pavyonları haraca bağlar. Bu arada gazetecilere “Bugs’a unutamayacağı bir hediye vereceğim!” şeklinde beyânlarda bulunur. Savaş ilân eder bir bakıma…

Bir gece polis kıyafetleri giyer, Bugs Moran’ın 2122 North Clark caddesindeki karargâhını basarlar. Mermi manyağı olan Bugs kıl payı kurtulur ama etrafında kimsecikler kalmaz.

Ertesi gün gazetelerde boy boy ilanlar: “Sevgililer günün kutlu olsun Bugs!”

Gel gelelim bu şov tepki alır, halk sokakları kana boyayan silahşörlerin acilen toplanmasını arzular.

Dilekçeler, maruzatlar…

Hükümet gereğini yapmak zorunda kalır. Düşünebiliyor musunuz Alkapon’u cinayetten, haraçtan, gasptan değil “vergi usul kanuna muhalefetten” içeri alırlar. Yahudi Mayer iyi gün dostudur, düşene acımaz, bir çelme de o takar. Bayan Kapon’u zarflar, geveze dilberden topladığı bilgileri dosyalayıp alâkalı mercilerin önüne koyar. Jüri Alkapon’u defalarca aklamıştır ama yeni hakim başka bir jüri tâyin edince işler sarpa sarar (1932).

Alkapon kodeste de rahat durmaz. Atalanta cezaevini üs edinir, sokakla irtibatı kopmaz.

Lâkin frengi bünyesini sarmaya va sarsmaya başlamıştır. Her ne kadar “Bana bi şey olmaz” dese de, ufacık mikrop Amerikanın en güçlü adamını tuşlar.

Kendini koyvermiştir, direnme gücü kalmaz. Artık sıradan bir mahkumdur o, bir zamanların ünlü liderini kimsecikler sallamaz. Sekiz kişilik bir koğuşta, sekiz saat kundura çakmaktadır. Vatanı için tabii, fedakârca (!).

Zaman zaman ısmarlama elbiselerini, ipek pijamalarını, fedailerini hatırlar. Hüzünlenmemek elde midir? Kumardan, fuhuştan kazandığı yüzlerce milyon doları, kimbilir kimler mıncıklamaktadır şu anda…

Telgrafın Tellerine…

İki yıl sonra nakli çıkar. İskeleden tekneye binerken muhafızlarına korkulu gözlerle bakar: “Beni denize mi atacaksınız yoksa?”

– Yok özel bir ada ayarladık sana…

Evet Alcatraz kuş uçmaz, kervan geçmez bir adadır. Göç mevsiminde pelikanlar uğrar o kadar. Burada Alkapon’a çaylak muamelesi yapar, çamaşırhanede don gömlek yıkatırlar. Hastalığı her geçen gün ilerler, bedenini ve beynini eritmeye başlar. Onu birgün boş boş tavana bakarken bulurlar. Biteviye “Damsız girilmez!” diye tekrarlamaktadır. Tahtaları oynamış mıdır acaba?

Hapishane hücresi

Alkapon mahkûmiyetinin son aylarını revirde geçirir. Enjeksiyonlar ve şok tedavilerle güya hastalığı yavaşlatılır ve serbest bırakılır (1939). Ama dışarıda itibar kazanması zordur bu saatten sonra… N’olur n’olmaz diye sakladığı bir kaç milyon doları vardır sağda solda.. Miami Beach yakınlarında, Palm Adası’na yerleşse de paralarını ağız tadıyla yiyemez. Biteviye şapkalı gölgeler, tamburalı tüfekler görmektedir, kabuslarından kurtulamaz.

Ölümü herkesi sevindirir, vârisleri zil takıp oynar, hasımları kına yakarlar (1947).

İrfan Özfatura tarafından kaleme alınan bu yazı, 11 Ocak 2009’da Türkiye Gazetesi İz Bırakanlar köşesinde yayınlanmıştır.

Sevebilirsin...

3 Yanıt

  1. IISpeco dedi ki:

    gercekten cok sürükleyici bir hayatı varmış güzel anlatmışsınız tşkrederim…

  2. onur dedi ki:

    harbi güzel anlatım. helal olsun

  3. Aleyna Kaltalıoğlu dedi ki:

    tek kelimeyle mükemmel!