Alçak Gönüllü müyüz, Yeterince?

Alçak Gönüllü müyüz, Yeterince?

2002 yılından beri iyi kötü bir şeyler yazıyorum internette. Yıllar içinde hem yazı üslubunda, hem de yazdığım konularda değişiklikler oldu tabi…

2005’te Opereyşın’ı açtığımızda hem eğiten, hem de hoş vakit geçirmeyi sağlayan bir blog olmasını hedeflediğimiz için, ilk günlerinden itibaren aynı alanda batıdaki öncülerin izinden gitmeye çalıştık. Ne yazık ki, ülkemizde o ayarda bir içerik sitesi yok gibiydi çünkü. Bugün hala bu eksikliğin kapanmadığını esefle görüyoruz.

İçerik çalmaktan nefret ettiğimiz için, yabancı sitelerde bulduğumuz güzel ve ülkemiz insanı için yararlı olabilecek içerikler gördüğümüzde, bunları sahiplerinin izniyle Türkçeye çevirme yoluna gittik. Bu yüzden, geçen 11 yılda yüzlerce kere yabancı içerik sahipleriyle iletişime geçtim. Bunun yanında bir çok online röportaj yaptık önde gelen yabancı isimlerle. Online röportaj dediğim, maille izin almak, izin verilince toplu halde soruları yollamak ve gelen cevapları çevirmek. İlkel mi? Elbette. İşe yarıyor mu? Daima. Dizi yazılar, karikatürler, eklentiler, altyazılar, etkinlik sayfaları… Aklınıza ne geldiyse, ne bulduysak çevirdik. (Bu arada ülkemizin harika ve yürekten çalışan bir çeviri gönüllüleri kadrosu var ki, takdiri fazlasıyla hak ediyorlar.)

Kafayı salt batıya takmış insanlar olmadığımız için, dışarıya ne kadar baktıysak, içeriye de en az o kadar baktık. Elbette kimsenin yazısından çeviri veya alıntı yapmamız gerekmedi. Ama ülkemizden öne çıkan isimlerle röportajlar yapmak istedik. Öyle medyatik isimlerle değil, küçük ünlülerle, internetin önde gelen isimleriyle… Değişik bloglarla irtibata geçmek ve birlikte güzel bir şeyler yapmak istedik vs.

11 yılda şunu gördüm. Yurt dışından irtibata geçtiğimiz her 100 kişinin 99’u cevap döndü. Karşısındakine olabildiğince saygıyla ve alabildiğine cool bir şekilde. Bunların arasında Wikipedia’nın kurucusu var, Antarktika’nın tek kadın doktoru var (Kadın -40 derecede çalışıyor, bir de cevap yazıyor!), uzayda yürüyen ilk Kanadalı var, dünyaca ödüllü internet isimleri var, var oğlu var…

Olumlu veya olumsuz, %99’u döndü. İsteğimiz, bir yazısını çevirmekse, olumsuz cevap veren hiç olmadı. Röportaj isteklerini kabul oranı ise %90 civarındaydı, ki bunların %75’iyle başarıyla röportaj yapabildik. Geri kalanıyla iletişim bir noktada koptu(“lost in translation” misali).

Peki Türkiye?

Türkiye’den biri bir gün aya çıkarsa, onunla röportaj yapmayı denemeyeceğim. Dünyanın en büyük içerik sitesini kurarsa da. Kafayı bozup Antarktika’da çalışmaya başlayacak bir Türk hekiminden ricacı olmayı düşünmeyeceğim.

Neden? Çünkü bunu gördüm. Bizde normal insanlara bile ulaşılamıyor ki.

Çünkü 11 yılda ülkemden 100 kişiyle iletişime geçmeye çalıştıysam, en iyimser sayıyla, sadece 40’ı mailime cevap döndü de ondan. Bu 40 kişinin 20’siyle bile istediğimiz sonuca ulaşamadık da ondan. Bir röportaj isteğine, bir “Yazarımız olur musunuz?”a veya basitçe bir “Merhaba”ya türlü anlamlar yüklemek, bunlara cevap vermeyi kendi değerini düşürmek olarak görmek, ne yazık ki içimize işlemiş ve bir huy haline gelmiş de ondan.

Herkes 1 numara, herkes muhteşem, herkes ulaşılmaz, herkes onlarca özel kalem ve yüzlerce sekreterle çalışıyor. Herkes başımıza Bill Gates (Adam tavuk peşinde koşuyor!). Herkes başımıza Uzay üssü direktörü. Herkesin işi başından aşkın.

Elbette. Bilmez miyim?

Neden?

Konunun sosyolojik boyutunu, sebeplerini tahlil edecek yeterlilikte değilim. Sadece bir durum tespiti yapmak istedim.

Çünkü son günlerde Medium’da da zilyon tane örneğini gördüğümüz; “Bir akşam ufka baktım ve Amsterdam’a taşındım”, “Neden ABD’ye taşındım?”, “Freelancerlar için Londra’da köfte yenecek 10 dükkan”, “Bu havalarda bir başka olur Oslo’da iş kurmak!” gibi yazılar beni ilgilendirmiyor. Hayatını yurt dışında sürdürmeye ve ülkesine uzaktan bakmaya — istemli veya mecburen — karar verenlere sonsuz saygı duymakla beraber, tercihimi bu yönde kullanmayı düşünmüyorum.

Ben ve benim gibi bu ülkede yaşamayı ve çalışmayı sürdürmeyi planlayanlar için yazıyorum bu yüzden:

Abi o kadar da matah değiliz. Hava yapmayalım gözünüzü seveyim. Şu adamlardan azıcık örnek alalım!

İbrahim

Hekim. Yazar, beğenirse çevirir, kod yazarak eğlenir. 2002'den beri internette yazıyor.

Sevebilirsin...

2 Yanıt

  1. Asım dedi ki:

    Abi gerçekten çok haklısın.Senin blogunun yeni gördüm.Gerçekten çok iyi işler çıkarıyorsun.Çok güzel ve kaliteli yazıların var.Ben pek okumayı sevmem ama hakikaten senin blogunda okumayı sevdim.Bunları ciddi yazıyorum.Bence sen ingilizce içerik veya farklı bir dilde içerik üretsen Türkiye’ye göre çok daha iyi yerlere gelirsin.İyi ki blog yazmayı düşünmüşün.Ben yazılarını okumaya gidiyorum 🙂 İnşallah Türk internet medyasında iyi yerlere gelirsin.