Teknoloji Hafızalarımızı Azalttı Mı? Hayır!
İnternet, bilgileri hatırlamamızı zorlaştırıyor mu? Bir kafede arkadaşlarınızla iddialaştığınızda, eliniz hemen akıllı telefonunuza uzanıyor ve düşünüyorsunuz: Hafızam azalıyor mu? IBM’in “süper zeka”sı Watson‘dan, Google Now‘ın “kestirimci arama” özelliğine kadar hemen her yenilikte, korkularımız gittikçe alevleniyor.
Peki neler oluyor? Bir ülkenin başkentini veya bir ünlünün ismini aramak için elimiz fareye uzandığında, bilgi depolayabilme özelliğimizden mi kaybediyoruz?
Kısa cevap: Hayır. Makineler hafızalarımıza zarar vermiyorlar.
Uzun cevap: Durum, bundan çok çok daha garip!
* * *
Gerçekte olan şey, makineleri artık “transaktif hafıza” dediğimiz hafızalarda önemli bir yere oturtmamız. “Transaktif hafıza”, bilgileri çevremizde bulunan insanlarda saklamak olarak özetlenebilir. Arama motorlarına, Evernote’a ve cep telefonlarımıza; eşlerimize, iş arkadaşlarımıza ve dostlarımıza davrandığımız gibi davranmaya başladık. Onları, detayları hatırlamada bir araç olarak kullanıyoruz.
Daha önce de, beyinlerimiz detayları hatırlamakta zorlanıyordu. Karşılaştığımız bilgilerin özlerini tutmakta iyiyiz. Spesifik detaylar mı? Pek değil. İnternet hayatlarımızda yer tutmadan önce, 1990’da Psikolog Walter Kintsch‘in yaptığı bir araştırma; bir kaç cümle okutulan deneklerin 40 dakika sonra cümleleri aynen tekrarlayabildiklerini, 4 gün sonra ise ancak cümlelerin ana fikirlerini hatırlayabildiklerini göstermişti.
Bunun istisnası, bir konuya takıntı düzeyinde ilgi duymanız. Eğer futbol, 1. Dünya Savaşı, Pokemon gibi tek bir alana fazlasıyla dalmışsanız, detayları hatırlamakta fazlasıyla başarılı olabiliyorsunuz. Bir “futbol uzmanı”, takımının son 10 yıldaki bütün maç skorlarını sayabilirken, eşinin doğum gününü söylemekte zorlanabiliyor.
İnsanlık, detayları kaybetmemek için daima kayıt materyallerinden yararlanmış. Kitap, kağıt, post-it vs.
Peki günlük hayatta bilgiye ihtiyaç duyduğumuzda? Detaylar için not tuttuğumuz dökümanlara sandığınız kadar güvenmiyoruz. Bundan çok daha hızlı bir şeye güveniyoruz: Diğer insanlara.
Harvard psikologları “transaktif hafıza”yı ilk olarak ’80lerde araştırmaya başladılar. Eşlerin, değişik alanları bölüştükleri dikkatlerini çekmişti. Adam, akrabaların doğum tarihlerini ve yedek ampullerin yerini, kadın ise banka hesap numaralarını ve televizyonu ayarlamayı biliyordu mesela. Adama hesap numarası sorulunca afallıyor, kadın ise baldızının doğum tarihini asla hatırlayamıyordu. Birlikteyken, bir çok şey biliyorlardı. Ayrıyken ise çok daha azını.
Bilim adamları bu iş bölümünün sebebinin “metahafıza”larımızın güçlü olmasından kaynaklandığını düşündüler. Zihinsel sınırlarımızı ve güçlü olduğumuz noktaları biliyor, diğerlerinin zihinsel kabiliyetlerini belirleyebiliyorduk. Evlendikten veya bir ortakla çalışmaya başladıktan bir süre sonra, mesela para birimleri dönüşümünü yapmakta zorlanmanıza rağmen, partnerinizin bunu kolayca yapabildiğini fark edersiniz. Onlar A konusuna ilgi duyarlar, siz B konusuna ilgi duyarsınız. Böylece şuur altınızda, ilgili konuları partnerinize bırakmaya başlarsınız. Bir şekilde, onları defter veya ansiklopedi olarak kullanırsınız. Onlar da size aynısını yaparlar. İnsanlar hızlı sorgu yapabildikleri için, ortak zekamız daha yüksek olur.
Araştırmalar, Harvardlı bilim adamlarını haklı çıkardı. Yaşlı evli çiftler, birbirlerinden ayrı kaldıklarında cevaplayamadıkları soruları, bir arada olduklarında cevaplayabiliyorlardı. Nasıl mı? Hatırladıkları ipuçlarını birleştirerek.
Bir başka deyişle, birbirlerini Googlelıyorlardı.
“Sadece hafızalarımızda kayıt yapmıyoruz” diyor bilim adamları. “Bu güzel bir şey. Basitçe, farkında olmadan; beynimizin dışında, içindekinden daha çok bilgi depoluyoruz. Bu sırdaş çiftlerin düşünme süreci…”
* * *
Google, Evernote veya bir başka dijital araç. Bunlarla yaptığımız şey, yukarıda bahsettiğimizden fazlası değil. Onlara, müthiş hafızaları olan dostlarımız gibi davranıyoruz. Artık “sırdaş çift” olduğumuz şeylerin, silikon beyinleri var.
Araştırmalara göre, gelecekte bir bilgiye erişmekte güçlük çekeceğimizi düşündüğümüzde, beynimizde buna ayrılan alan büyüyor. Bilginin dışarıda depolandığını bildiğimizde ise, bu bilgiye nasıl ulaşabileceğimizi hafızamızda depoluyoruz.
Özellikle roman yazarları, yalnız kalmış bir zihnin şerefini öve öve bitiremezler. Bu normaldir. Çünkü işleri, yıllarca bir odada bir başlarına oturmalarını gerektirir. Ancak geri kalan çoğunluk olan bizler, sosyal olarak düşünüyor ve hatırlıyoruz. Diğer insanlardan, ve artık makinelerden, uzak kaldığımızda zihinlerimiz çok daha fakir ve yavaş.
Eğer ortada büyük bir tehlike varsa, bu tembelleşmemiz veya aptallaşmamız ihtimali değil; bu araçların taraflı olma ihtimalleri. Transaktif hafıza, karşınızdakinin eksiklerini, artılarını ve yanlı olduğu konuları bildiğinizde işe yarar. Çevrenizdekiler için bu bilgileri biliyorsunuz. Ancak dijital araçlarda bunu anlamak zor. Onlar, algoritmalarını, değerli taşlarını saklar gibi ihtimamla saklayan kar amaçlı kuruluşlara aitler.
Kütüphanenizdeki bir not defterinin, gizli niyetleri olamaz. Ancak bir arama motorunun bir çok gizli niyeti olabilir. Arama motorlarının “tarafsız hakemler” olmadıklarını iyi anlamalıyız.
Ama akıllı telefonunuzun hafızanızı kafanızdan akıttığından korkmanız için bir sebep yok.
Hafızanız daha önce de dışarıdaydı.
… ve hala içeride.