Tunus -2
Tunus’un başkenti Tunus’a sıcak bir günün sabahında vardık. Hava güzeldi, ilk yurtdışı uçak yolculuğum da güzel geçmişti. Tunus’u sandığımdan daha sıcak ve canlı buldum. Pazarlar sabahın erken saatinde bile cıvıl cıvıldı. Gezinin Mithat Beyin işiyle ilgili olan kısmını burada anlatmama gerek yok. Yalnız, başarılı olduğumuzu ve kendisiyle beraber gitmemin Mithat Beyin işine yaradığını söyleyebilirim. Belki de ben öyle olduğunu düşünmek istiyorum :). Neyse…
Yakından tanıdığımız, güneyimizi boydan boya kuşatan deniz, bu şirin ülkenin kuzeyinde kalıyor. Tunus şehri ile Akdeniz’in arasında Tunus Gölü var. Gölün etrafını palmiyeler, oteller kuşatmış. Şehrin tarihi dokusu iyi korunmuş. Yüzlerce yıllık kerpiç binalar varlıklarını sürdürüyorlar.
Tunus şehri sandığımdan daha kalabalık. Herkeste aynı duygu var mıdır bilemiyorum, ama ben hep kuzey Afrika deyince çok az insanın bulunduğu çölleri hayal ediyordum. Evet, gerçekten diğer kuzey Afrika ülkeleri gibi Tunus’un da çoğunluğu çöl ve evet, gerçekten de kilometreye bölersek kuzey Afrika nüfusu oldukça az. Yine de şehirler kalabalık, köyler vahaların yakınına kurulmuş. Bunun için kilometrelerce bir insan yüzü görmeden seyahat edebilir, veya Tunus’ta olduğu gibi kalabalıktan şaşkınlığa düşebilirsiniz.
Tunus’ta Fransız sömürgesinin izlerini görmek güç değil. Bütün sömürgelerinde olduğu gibi, Fransa vaktiyle burayı da kendisine benzetmiş. Şehirde “eski şehir”, “yeni şehir” var. “Yeni şehir”de ekseriyetle zenginler oturuyor. Temiz, bakımlı, düzenli bir bölge. “Eski şehir”de ise düzensiz yapılaşma görülüyor. Kerpiç binalar, buruk yüzler… Buraya Suk (Pazar yeri) diyorlar. Zevkler kişiden kişiye değişir, Suk bana Fransız sömürgesi “Yeni şehir”den daha sıcak geliyor.
Şehrin merkezinde, en büyük camisi olan Zeytuna Camii yer alıyor. İsminin “Zeytin Ağacı Camii” manasına geldiğini öğreniyoruz. Yine merkezde başbakanın Dar-al Bay’i (Beyin evi) yer alıyor. Bu bölge sıkı kontrol ediliyor.
Her sabah kalktığımızda dışarıya çıkıp, otelin dışında sabah yürüyüşü yapıyoruz. Tunus’un havası keyfimizi yerine getiriyor, dert-tasa bırakmıyor. Fırınlardan gelen taze ekmek kokularını duyuyoruz. Rüya gibi!
Elbette her rüyanın bir sonu var. Bu rüyanın da sonu geliyor. Tunus’taki işimizi bitirip uçağa bindiğimizde Mithat Bey iç geçiriyor:
– Buraya tekrar gelelim!
Uçağın camından, bulutların arasında kaybolan Tunus’a bakıp gülümsüyorum. “Bu benim için sadece bir başlangıç olmalı!” diyorum kendi kendime.
Öyle de oluyor.
Tunus’u o kadar güzel anlatmışsınız ki..
Ben de Tunus’u cok merak ediyorum ve görmeyide cok istiyorum gidemedigim içinde internetten yararlanıyorum daha 16 yasındayım ve umarım bir gun bende gidebilirim.