Bir şehir efsanesi
O gün Nevzat Beyin hayatındaki en enteresan günlerden biriydi. Altmışına merdiven dayamış bu adamı, “Oğlan akıllansa da işimi devralsa” diye bekleyen bu zavallıyı korkunç bir gün bekliyordu.
Herşey sabah kendisini kaldırmaya gelen oğlunun, bir yandan “Hadi baba kalk” derken, bir yandan da “Nıhohaha!..” biçiminde kibarca gülümsemesiyle (!) başladı. Bu keyifli sese ve bu iğrenç kahkahaya daha fazla dayanamayan Nevzat Bey, başını gömdüğü yumuşacık yastıkta gözlerini araladı, karşısındaki insan irisine içinden-dışından bir şeyler saydı döktü, yılların ağırlığı tepesindeymiş gibi ağır hareketlerle doğruldu.
Oğlu hala gülüyordu.
Derin bir iç geçirdi. Lavaboya doğru gidecekken, oğlunun sabah selamıyla durdu. “Selamı bile bir değişik bugün!” Yılların velisi Nevzat Bey, o insan sarrafı baba modelini sırtına geçirip oğluna doğru süzüldü.
– Ne o oğlum bugün pek keyiflisin?
Oğlu Kenan ağzını kulaklarına kadar açarak güldü. Gülerken de konuşmaya çalıştı:
– Evet baba ya! Bi şey okudum da gül gül öldüm be!
Nevzat Bey, hala ehlileşememiş oğlunun, yıllar yılı müdavimi oldukları gazeteden bir şeyler okuyup güldüğünü sanma gafletinde bulundu:
– Haa! Neşat yine komik bir şey mi yazmış yoksa?
Kenan’ın yüzündeki gülümseme hafiften donuklaştı, çocuğun kendine gelmesi birkaç saniyesini aldı:
– Ne Neşat’ı baba ya! Boşver şu gazteyi! Opereyşın’da bir şey okudum, o kopardı beni.
Nevzat Beyin sevinci kursağında kaldı. Demek ki oğlu, kendinin haberdar olmadığı yayınları okuyor, bunlardan keyif alıyor ve hem de utanmadan karşısına geçmiş gülüyordu.
Gözlerini kıstı. “Ben sorarım sana” bakışı atarken, “İyi iyi ne güzel” demeyi başarabildiğine sevindi, giyindi dışarı çıktı. Yolda hala Kenan’ı düşünüyordu. Yirmibeşine gelmiş bu delikanlı, Nevzat Beye uygun bir evlat haline ne yazık ki bürünememişti. Nevzat Beyin tuttuğu öğretmenler, çocuğa güzel sanatlar eğitimi vermişlerdi vermesine de, bu kalın kafalıda alabilecek yer yoktu herhalde – 3 yıllık eğitim zerre miktar işe yaramamıştı.
Bu düşüncelerle şirkete geldi. Masasına oturdu, sekreterini çağırıp kahve söyledi. Sekreter gelene kadar masasının üzerindeki daktiloyla gelişigüzel bir şeyler yazdı. Şu daktilonun sesine hayran olanlardandı kendisi de. Ani bir hareketle ajandasını önüne çekti, gözlüğünü oturtup o günkü işlerini kontrol etti. Arkadaşı Hulusi Beyin geleceğini görünce sevindi, “Bugün geleceğini nasıl unuttum ki?” diye üzüldü.
Kahvesi geldi. Sekreter kapıdan çıkarken arkasından seslendi:
– Evladım!
– Buyrun efendim?
– Sen Opereyşın diye bir şey biliyor musun?
Sekreter düşündü düşündü çıkartamadı. O isimle bir arkadaşlık sitesi olmadığını anladı. Olsaydı mutlaka bilirdi.
– Hayır efendim bilmiyorum, dedi.
Dudağını büküp sekreteri gönderen Nevzat Bey, şimdi hepten meraklanmıştı.
“Bilgisayarın başından ayrılmayan bu sekreter bozuntusu da böyle bir şey bilmediğine göre, bu Opereyşın mereti bilgisayarla alakalı değil herhalde!” diye düşündü.
Bu düşüncelerle azıcık uykuya daldı. Gözlerini açtığında öğle olmuştu. Hulusi Bey neredeyse gelirdi. Asker emeklisi Hulusi Bey, Nevzat Bey’in belki 40 yıllık arkadaşıydı. Bu kalıcı dostluk, sık sık bir araya gelmeleriyle pekiştirilirdi.
Kapıyı çalmadan içeriye dalan Hulusi Bey, 60lık insanlara has o canlı ve gür sesiyle odayı çınlattığında, Nevzat Bey azıcık daha uyumuştu.
– Vay vay vay vay!!! Nevzat kardeşim uyuyor muydun yoksa! Bilseydik rahatsız etmezdik!
Esasında uyuduğunu bilse bile gelmeyecek değildi ama bağırarak söylediği bu sözler istenen tesiri yapmış, Nevzat Beyi uyandırmıştı. Sarıldılar, konuşmaya başladılar. Bir ara Nevzat Bey’in aklına Opereyşın geldi.
– Hulusi. Opereyşın diye bir şey biliyor musun?
Hulusi Bey kaşlarını kaldırdı, keyifli keyifli sırıttı:
– Bilmez olur muyum, bilmez olur muyum! Ömrümüz onlarla geçti.
Nevzat Bey heyecanlanmıştı. Hulusi Bey devam etti:
– Şimdi efendim tatbikatlar falan olur. Buralarda yabancılarla beraber çalışırız tabi. Onların da böyle enteresan dilleri vardır. Garip tabirler kullanırlar. Yemekleri de enteresandır bu yabancıların. İyi et pişiremez çoğu millet mesela. Ha ne diyordum. İşte bunlar bizim “Operasyon”a “Operation” diyorlar. Senin sorduğun bence budur.
Nevzat Beyin ümitleri söndü. Kenan gibi birisi asla askerlikle ilgili birşeyler okumuş olamazdı.
Hulusi Beyi şirketten yolcu ettiğinde hala aklında şu Opereyşın ismi vardı.
Daha fazla dayanamadı. Montunu giyip, sekretere bir şey söylemeden şirketten ayrıldı.
Sekreter, Nevzat Beyin çıktığını fark etmedi bile. Çünkü o dakikalarda, Türkçe bir ismin bozmasından müteşekkil bir arkadaşlık sitesinde Opereyşın’ı soruyordu “friend”lerine…
Sækrâ�¬tâ�¬r: Ya Tongu Opereyşın diye bi şey biliyo msn?
T0ngUcCAn: MSN deil yahoo eheheeee 🙂
Sækrâ�¬tâ�¬r: Oha falan! Ya Tongu eşek şakasının sırası deiiil!
T0ngUcCAn: Mühee… Yok ya bilmiom. Arkadaşlık sitesi mi?
Sækrâ�¬tâ�¬r: Bilmiom ki. Bzm patron sordu da kaldım ortadaaa!
T0ngUcCAn: Takma kafana! Hemen gugıl amcaya sorarız!
Tonguçcan aramasını Opereysin olarak değiştirmeyi akıl edince, sonuca ulaştı:
Opereysin.com, yazı, karikatür, röportaj gibi alt başlıklara sahip bir web sitesiydi.
Sækrâ�¬tâ�¬r: Tongu ordasın mı?
Sækr�t�r: Tonguuuu?
Sækrâ�¬tâ�¬r: Tongu ordasın mıııııı?
T0ngUcCAn: He hö?! Burdayım ya Opereyşına takılıyodum.
Sækr�t�r: Harbi buldun mu ne olduunuuu?
T0ngUcCAn: Herıld yane! Söylerim ama babaarkadaslik.com’dan bana ekaunt aççan ama karşılığında!
Sækr�t�r: oldu
T0ngUcCAn: opereysin.com!
Onlar Opereyşın’ın anlamını bulmuşlardı ama, Nevzat Bey önüne çıkan herkese sormasına rağmen hala bulamamıştı.
Banklarda bir grup genç muhabbet ediyordu. Nevzat Bey hemen oraya yöneldi. Bu gençlerin olaydan haberi olabilirdi.
– Merhaba gençler!
Gençlerden biri iyi giyimli bu eski İstanbul beyefendisinin kendisine “Merhaba” dediğini duyunca şaşırdı.
– Buyur amca.
– Opereyşın diye bir şey biliyor musunuz?
Gençler birbirlerine baktılar.
– O kelimeyi içeren bissürü oyun var amca.
– Yok oğlum bu mecmua gibi bir şey olacak. Okunabilen komik bir şey işte.
Bilmiyorlardı.
Genç kızlara, oğlanlara; hasılı her gördüğüne ardı ardına aynı soruyu yöneltti.
– Opereyşaaan mıa? Bizim bi arkadaş Opera-Şan’ı öyle söylüyor. O olmasın?
– Opereyşın flaşpoyint amca, severek oynarız!
– Yok kardeş, bilmiyorum.
– Ve sonra opereyşıııın diye derindeeen bir ses duyduk. Kazım yüzbaşıya korkuyla baktım.
– Soğuk çarptı herhalde. İçecek bir şey ister misin?
…
Derler ki, hala Beyoğlu’nda yaşlıca bir beyefendi; hava karardığında gençlerin karşısına çıkar, korkunç bir sesle, o bilindik soruyu sorarmış, aradan uzuun yıllar geçmesine rağmen…
– Opereyşın ne, biliyor musun?
Gerçekten güzel bir yazı olmuş.:)
Ellerinize sağlık. Devamı gelecek mi?
Eski bir yazıymış, ana sayfafa görünce yeni sandım ve yorum yazdım. 🙂 Üzgünüm.
Aksine. Eski yazılarımızın da yorumlanmasına çok seviniriz.
Bu yorumunuzdan sonra, devam edebileceğimizi düşündük 😉