Lübnanlı bir tarihçi niçin; “Arap birliği yalnızca Türkler zamanında vardı.” diyor?
Macar münevveri daha dün hangi sebeple (Macaristan’daki) Gül Baba Türbesi önünde oturmuş ülkesinin sıkıntılarına ağlıyordu?
Yemenli, şimdi bile; “Türklerle birlikte huzur ve bereket gitti.” diye hayıflanıyor?
Niçin ve hangi sebeple Bağdatlılar, Osmanlı valilerini evliya derecesinde görüyordu?
Türkler geliyor diye evine Türk bayrağı çeken Suriyeli hangi hasretin bekleyicisi idi?
İkinci Dünya Savaşı biterken Romanya Devlet Başkanı, Ankara’ya; “Geliniz, Romanya’yı işgal ediniz. Ruslar gelirse yanarız.” telgrafını çekti.
Rahmetli Vecihi Ünal ile Babıali’de Sabah gazetesinde çalışıyorduk. Yıl 1968. Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay’la; Cezayir, Tunus, Libya ve Arabistan ziyaretine katılan Vecihi Bey dönüşte binlerce defa şok geçirmişcesine intibalarını şöyle özetlemişti: “İnanılır gibi değil. Gittiğimiz her yerde halk sokaklara döküldü. Sanki anlaşmışlar gibi hep aynı şekilde ve heyecan içerisinde bağırıyorlardı:
(Padişah gelmiş!.. Yaşasın Padişah!)”
Gene bir Macar tarihçisinden dinliyoruz: “Osmanlı’nın Macaristan’a harcadıkları, topladığı vergilerden kat kat fazladır.”
Sebep, Osmanlı-Türk medeniyetinin heybetidir. Adaleti, hoşgörüşü, erişilmez seviyesi, saat gibi işleyen devlet nizamı, güvenilir hukuku ve hayallere sığmaz efendiliğidir.
Yukarıdaki soruları tam cevaplayamayanlar bu millet ve bu kültür üstüne ahkam kesemez. Bu yurdun aydınıyım diyemez.
Buyurun. Gözünüz emperyalizm (!) görsün. Osmanlı’nın dünya çapında mimarları, şiirleri, tarihçileri vardı. Hukukçuları, sanatkarları vardı. Şimdi nerdeyiz, kıyas zamanıdır.
Kendimize gelelim. Ve katiyen özümüzü küçümsemeyelim…