Entelim, entel göremedim!
Güzel bir Paris gecesiydi. Eiffel Tower’ın en üst katında sütlü kapuçinomu içiyordum. Aah döla Pağis… Entel olmak başkaydı ya.
Bulunduğum katta bir tek ben vardım. Hemen “Aah döle argent(siz Türkler para derler)…” dedim. Bir yandan sütlü kapuçinomu içiyor, bir yandan da lületaşı parlak pipomdan derin bir nefes çektikten sonra Paris’i baştan başa süzüyordum. Tam o sırada biri merdivenleri çıkarak, elindeki kapuçinoyla yanıma oturdu. Kendimi tanıttım. Kıyafetlerinden zengin olduğu anlaşılıyordu. İsminin Alexander de Pierre olduğunu söyledi. Oui oui… Hihihiii…
Kibar, entel ve akıcı bir Fransızcayla bir süre ‘parler’ (muhabbet) yaptıktan sonra ben Nice tarafına yöneldim. Aniden motor sesi gibi bir ses başladı. “Aah nölamaz, inanılmaz. Bu kabul edilemez bir şey. Öyle değil mi?” demek için arkamı döndüm ve sesin kaynağını gördüm.
Az önce gelen adam o bilmem kaç metre Eiffel Tower’ın en entel, en nadide, en özel ve en sosyetik katının korkuluklarından aşağıya burnunu temizliyordu.