Tekir kazak
Gecenin en sustuğu saatte kar yağdı, gördüm. Kimseler fark etmeden kulağıma fısıldayışların gibi, usul usul kar dokundu şehrimin saçlarına, karlar uçuştu uyku durgunu yüzünde gözünde, karlar sokuldu boynuna, gıdısına…
Sabah oldu, yine yağdı kar; ağaçların üzerine, kuşların üzerine, çocukların üzerine. Ve çocuklar en sıcak tutan kazaklarını giydiler; belki de anneannelerinin ördüğü tekir kazaklarını!..
*
Anneannem de, tekir kazaklar örerdi…
Ama önce eskiyen bir şeylerin iplerini söker, yumaklar yapardı… Böylece yarımlar bütün, eksikler tamam olurdu, durmadan hareket eden şişlerinin ucunda!..
İşte tam da sözün burasındayken ve kendini “şişlenmiş” hissetmezsen sana bir hikâye anlatayım:
Bir gün; sarı bir hırka söktüler ve bir de kahverengi süveter…
Yer yer renkleri soluktu, sarkıktı ve kullanılmaktan yıpranıktı ikisi de…
*
Her parçayı karşısında tutturdu anneannem ve bulduğu ipucunu çekerek, avucunda gittikçe büyüyen yumaklar sardı… Boyları, irilikleri aşağı yukarı birbirine denkti bunların.
Sonra her iki ipin de ucunu bir araya getirdi; sarı ipten sarılmış yumağın ucu ile kahverengi yumağın ucunu…
İki ayrı renkteki iki yumağın birbirine dolanmış ipleri, birlikte sarılıp tek yumak haline geldi nihayet… Ve bal rengine dönüşmüş işte bu tekir ipten, anneannem bana bir kazak ördü…
*
Ne oldu sonra, biliyor musun?
O kış hiç üşümedim; bal rengi kazağımın içinde sıcacıktım…
Ne olur gelecek zamanda, biliyor musun?
Sarı ve kahverengi ipler gibi sımsıkı sarılırsak birbirimize… Ve örülürsek birlikte… Aynı kazak haline gelirsek, sıcacık olur içimiz…
… ve hiç üşümeyiz!