Dürüm ve Poşeti
– Aksaray!
Mekanik ses ikinci kez tekrar etti:
– Aksaray!
– Sayın yolcularımız; Aksaray, bu yöndeki son istasyonumuzdur.
Kapılar açıldı. İnsanlar akışkan bir madde gibi kapılardan çıktı. Vagonda kimse kalmamıştı.
Sonunda o da çıktı. İki çıkışlı istasyonda insanlar hep sol taraftakini kullanıyorlardı. Sağa döndü.
Yürüyen merdiven çalışmıyordu. Merdivenlerden çıktı.
İstasyonun paralelindeki arka sokağa girdi. Aşağı yukarı bütün dükkanlar kebapçıydı.
Hep gittiği yeri, yine aradı.
Hiç bir zaman yol tutamazdı aklında. Evini bile tarif edemezdi. Bu yüzden her seferinde gideceğe yere ulaşmanın bir başka yolunu bulmayı becerirdi.
Şanslıydı. Aradığı yeri kolay bulmuştu.
Burası aslında bir “köşe başı dürümcüsü”ydü. Ama zaten dürüm dediğin köşe başında taburede yenmez miydi?
Dükkana girdi. Dürümü Hatay usulü yapıyordu burası.
Hatay usulü dürümde özel soslu bir salata kullanılır.
Masalarda kalan kağıtları ve ayran kutularını toplayan çocuğa seslendi:
– Bi’ kuzu şiş at, acısı bol olsun.
Ocak başındakine bağırdı masaları toparlayan çocuk:
– Usta kuzu şiş aaat!
Küçük bir yer olduğu için çoğu zaman hiç tanımadığı biriyle -hatta çoğu zaman haz etmediği bir tiple- aynı masayla oturmak zorunda kalıyordu. Yalnız yaşamayı kendine şiâr edinmiş biri için büyük bir işkenceydi bu. Çoğu zaman kozmopolitliğin (!) doruk noktasına ulaşmış bir “Aksaray adamı” ile aynı masaya oturur, tek kelime konuşmaz ve karşıdakinin de konuşmaması için dua ederdi.
Çocuk dürümü getirirken seslendi:
– Abim bişi içer misin yanına; kola var, ayran var…
-Bi’ ayran ver.
Daha dürümün kağıtlarını soyduğu sırada içeri yaşlı bir amca girdi. Selam verdi.
Çocuk, “Ve aleyküm selam Şakir amca. Yine patlıcanlı mı istiyon?” dedi.
Şakir amca kafa salladı. Hafif tebessüm ederek masaya yaklaştı:
-Yeğenim oturabilir miyiz müsadenle?
Sanki kafatasının içinde milyonlarca termit vardı ve asit salgılıyorlardı.
Kısık sesle:
-Oturabilirsin, dedi.
Hani boş masa olmasa, anlayışla karşılayabilirdi. Ama artık insanlar iyice çığırından çıkmıştı. Ya belki arkadaşı gelecek adamın, belki geldi de lavaboya kadar gitti.
Şakir amca bir daha süzdü onu:
– Yeğenim nirelisin?, diye sordu.
İşte en kritik soru buydu. 81 de 1 ihtimal hemşeri çıkarlarsa, bu masadan bir daha kalkamazdı.
– Adıyaman…
– Ooo hemşeri sayılırık biz senlen. Malatyalıyım ben de.
Demek ki ihtimal daha büyükmüş.
Dürümü ne kadar hızla yese de bitmiyor, sanki her lokmasında dürüm biraz biraz uzuyordu.
Şakir amca, hızla yenen dörtte üç dürüm zarfında; Yavuz Sultan Selim Han zamanında İran’dan Şiro ovasına nasıl geldiklerini anlattı.
O ise elindeki, dürümün yağları akmasın diye içine konduğu silindirik poşete bakıyordu.
Son yılların en büyük buluşuydu bu poşet…
“Bir de tuş olsa üzerinde” diye geçirdi içinden.
“Bassam ve buradan ışınlansam.”
Ne yazık ki, mümkün değildi…
aynı şey otobüste veya minibüsteyken de çoğu kez başıma geldi.Gerçekten yaşlı amcalar değişik şekilde programlanmış gibi.Geçenlerde biri baya yaşlıydı yalnız saat kaç diye sordu 10’u 20 geçiyor amca dedim. Aradan bir dakika geçti kendi köstekli saatini çıkarıp baktıktan sonra,sen saat 10’u 20 geçiyor dedin ama benimki 10’u çeyrek geçiyor dedi. Kendimi e be amca madem saatin vardı bana niye soruyorsun demekten zor tutarak seninki 5 dakika geri kalmış amca benim saatim doğru hatta şuanda 10’u 22 geçiyor dedim. Adam önce sinirli bir şekilde beni süzdükten sonra nerelisin sen dedi 🙂 işte bu yazıdada belirtildiği gibi çok kritik bir soruydu aslen istanbulda doğup büyüdüğüm için istanbul dedim , ama dediysem de amca inanmadı aslen nerelisin diye sordu sanki yalandan istanbulluyum neyse ben de babam Çankırılı olduğundan (gerçi dedem istanbullu ya neyse) çankırılıyım dedim.Amca sormamama rağmen bende Erzincanlıyım dedi. Baktım ki bu iş böyle devam edicek.Bir müddet cevap vermedim. Amca ben ziraat bankasında inicem nerde kaldı geldik mi deyip tekrar muhabbet etmeye çalıştı, kafamı bir kaldırdım ziraat bankasına gelmiştik çok şükür ve hemen, amca sen burda iniyorsun ozaman dedim de kurtuldum çok şükür