“To be or not to be”!
“To be or not to be” yani “olmak ya da olmamak.” Ünlü İngiliz şairi ve dram yazarı William Shakespeare‘in ünlü Hamlet isimli eserinde kullandığı bir sözdür. Zamanla pek çok dile deyim olarak girmiş.
Shakespeare 23 Nisan 1564’te Stradford-an-Avan’da dünyaya gelmiş. Hayatı hakkında pek çok şey söylenmesine rağmen bilgiler kesin değildir. Az tahsil gördüğü ve aktörlük yaparak geçindiği söylenir. En meşhur dramları Hamlet, Macbeth, Othello, Romeo ve Juliet ile Kral Lear‘dır.
Shakespeare’in eserlerini orijinal metninden okumak İngiliz çocukları için fazla bir problem teşkil etmez. Küçük bir eğitim takviyesi ile her İngiliz bu dünya klasiğini anlayabilir. Dikkatinizi çekeriz; 16. yüzyılda yazılan bir eserden bahsediyoruz.
Peki Türkiye’de durum böyle mi? Yurdumuzda bırakın 16. yüzyıla ait bir eseri, 30 yıl önce yazılan basit bir magazin haberini bugün anlayan beri gelsin. Kaçımız elimize sözlük almadan anlayabiliriz? Evet, dil aynı dil fakat kelimeler değişmiş, dilimizin içi adeta boşaltılmış.
‘Kelimeler değişse ne olur? Biz yine anlaşıyoruz ya!’ diye düşünen olabilir ama insan yığınlarına millet olma özelliği kazandıran en önemli unsur dildir. Dili güçlü olan millet her alanda kuvvetlidir. Meşhur Fransız roman yazarı Balzac‘ın söylediği gibi millet, edebiyatı olan bir topluluktur. İşte İngilizce!.. Genişliği ve esnekliği bakımından Türkçe’yle kıyas bile kabul edilemeyecek kadar ilkel bir dildir İngilizce… Sakın şaka yaptığımı zannetmeyin, Bundan 500 sene önce Türkçe dünyanın üçüncü büyük dili iken İngilizce adeta Katangalı yerlilerin kelime haznesiyle eşdeğerdi. Öyle bir dil düşünün ki kardeşe, babaya, anneye hitap edebilecek kelimelerden yoksundu. Bugün ise Türkçe 30’lu sıralarda iken İngilizce dünyanın en büyük üçüncü dili durumunda. Ama etki olarak rakipsiz birinci dili. İngilizce’nin bu kadar devleşmesinin sebebi, şüphesiz uyguladığı politikadır. Türkçemizin gittikçe cüceleşmesinin sebebi de İngilizlerin dil politikasının tam zıddına bir politika izlenmesidir. Bunu şu şekilde anlatmaya çalışalım:
İngilizce kelimelere baktığınızda yüzde 99’unun yabancı dillerden geçtiğini görürsünüz. Brother, Father, Mother gibi her gün kullanılan kelimeler Farsça’daki birâder, peder ve mâder kelimelerinden alınmıştır. Ama hiçbir İngiliz’in aklına bu kelimeleri yabancı görerek dilden çıkarmak gelmez. Gelen olursa muhtemelen akıl hastanesine kapatırlar ve toplumdan uzak tutarlar. Tam tersine Bernard Shaw‘a İngilizce’deki kelimelerin çoğunun yabancı kökenli olduğu hatırlatılınca muhteşem bir cevap vermiştir. İngiltere’nin Nasreddin Hocası olan bu zat ‘Bir arslanın vücudu yediği ceylanlardan oluşur.’ karşılığını verir. İngilizce, bünyesinde barındırdığı kelimeleri kaybetmemeyi biliyor ve dünya dillerinden sürekli yeni kelimeler alarak genişliyor.
Bizdeki ‘kelime soykırımı’ elbette bir anda yapılmamış. Kendilerine ‘Türkçeyi Koruma ve Kollama’ görevini veren bazı kişiler dilimize yerleşmiş ve artık bizim olmuş kelimeleri beşerli onarlı gruplar halinde atmışlar. Öyle ki bir dönem bu tırpanlama işi histeri boyutlarına ulaşmıştı. Özellikle Arapça ve Farsça kelimeleri atıp yerlerine dil kaidelerine uymayan ‘uydurulmuş’ kelimeler koyuyorlardı.
Güzel Türkçemize ilk müdahale Osmanlının son dönemlerinde başlamış. Milletimizi ‘güya- Arap ve İran kültüründen kurtarmaya çalışıyorlarmış. Oysa akıllarına gelmeyen bir gerçek vardı. Türkler Orta Asyalı yıllardan bugüne milyonlarca kilometre karelik bir coğrafyayı mesken tutmuşlardı. Çin, Hindistan, Moğolistan, İran, Arabistan, Afrika ve Doğu Avrupa’da ne kadar millet varsa hepsiyle ticari, siyasi, askeri ilişkiler yaşamıştı. Dikkat buyurun bu toplumlar alelade kabileler değildi. Çin, Sasani, Hind ve Latin gibi dev medeniyetlere mensup insanlarla iç içeydiler. Buna rağmen neden hala Türkçe konuşabiliyoruz. Bunun cevabını verememişlerdir.
Bu kelime soykırımına ‘Öz Türkçe’ gibi cafcaflı bir isim de bulmuşlardı. Sanki bir de üvey Türkçe varmış gibi… Bu anlayış, daha 100 sene önce Arapça ve Farsçadan sonra dünyanın üçüncü büyük dili olan Türkçe’yi perişan etmiştir. O günün İngilizcesi 10’lu sıralardaydı. Bugün ise biz 30’lu sıralara indik, onlar üçüncü sıraya yükseldiler.
Yüz sene önceki Redhouse‘un hazırladığı İngilizce-Türkçe Cep Sözlüğü tam 90 bin kelimeden oluşuyordu. Bugün en kapsamlı İngilizce-Türkçe Sözlük acaba kaç kelimeden oluşuyor? Meraklısına bırakalım.
Günümüz’deki Öz Türkçe Sözlüğün 218. sayfasına bir bakın ‘L’ harfiyle başlayan tek kelime bile göremeyeceksiniz. Peki biz Öz Türkçe konuşmak için ‘leke, lahmacun, lacivert, lise, liste, liman, lütfen’ gibi kelimeleri konuşamayacak mıyız?
Sözlükte yer alan kelimelere bakıldığında olayın trajikomik bir boyutu daha ortaya çıkıyor. Bu sözlükte ‘Z’ harfiyle başlayan tam 5 kelime var: ‘Zorba, zorbalık, zorunlu, zorunluk, zorunluluk’ gibi. Ancak hiçbirinin aklına “zor” kelimesinin Farsça olduğu gelmiyor.
Bir başka komik olayı da şehir kelimesinde görmekteyiz. Güya şehir kelimesi Arapça imiş ve ‘ay’ manasına gelmekteymiş. Dilimize halkın cehaleti sebebiyle yerleşmiş. Evet şehr kelimesi Arapça ay manasına gelmektedir ama Türkçe’deki şehir kelimesi şâr kelimesinden gelmektedir. Soğd (Semerkant) lehçesindeki anlamı şehir demektir. Eğer Yunus Emre’nin bir şiirini açıp okusalardı, ‘Yol gittim şârdan şâra’ gibi onlarca örnek bulabilirlerdi. Şehir kelimesini atıp yerine kent kelimesini koydular. Bir defa kent kelimesi Türkçe değil, Moğolcadır. Aynı şekilde ‘yabancı kelimeleri dilimizden atmak’ adı altında yabancı kelimeleri dilimize sokma hatasına da düşüyorlar. ‘Hava meydanı’ yerine ‘hava alanı’ (şimdilerde entel takılıyorlar ‘hava limanı’ diyorlar) kullanmak isteyenler var. Evet ‘meydan’ Arapça bir kelimedir, ama yerine koymak istedikleri ‘liman’ da Yunanca bir kelime!.. Peki baştaki hava kelimesi nece?.. O da Arapça…
Bu örnekleri gördükten sonra insanın aklına bir soru takılıyor: Neden dilimizdeki Arapça, Farsça, Yunanca, Latince kelimeler atılarak yerlerine uydurukçaları alınıyor? Acaba bizi binlerce yıllık geçmişimizden koparmak mı istiyorlar? Neden dilimize zorla müdahale ediyorlar? Bizi yok etmek mi istiyorlar?.. Rusya’ya ve Çin’e komünist bir rejim getiren ve eskiye ait herşeyi yakıp yıkan Lenin ve Mao, bir tek, dile dokunmamışlardı. Hatta Lenin’e, Rusçadaki yabancı kelimeleri atıp yerine Öz Hakiki Rusça teklif edilince, Lenin, “Ben Rus milletini yok etmeye gelmedim” cevabını vermiştir.
Ooooof… of!.. Galiba tek çare, aklı başında idarecilere sahip olmamızda… Biraz da biz gayret göstereceğiz ki; günlük 50 kelimeyle ve el kol işaretiyle anlaşan toplum durumuna düşmeyeceğiz. Uydurukça yerine tarihimizden fışkırıp gelen ve bizi geçmişimize bağlayan kelimeleri kullanarak hayatta kalacağız.
Ne demişti Shaekespeare?.. “To be or not to be”, işte bütün mesele bu!..
Yazı için teşşekkürler.
haklısın, dil bir milletin hafızası… bu hafıza da bin yıllar içinde oluşuyor. 50 yıl öncesini anlayamamak gerçekten garip değil mi?
bu yazıyı okuyunca insan bir tuhaf oluyor. kendi benliğini yitiren bir millet olmak ve buna bırakın seyirci kalmayı dönüp bakmamak beni kahrediyor.bakalım dilimizde karşılığı olmayan w,x,q alfabemize nezaman girecek.
Öncelikle süper bir yazı. victory seni yazından dolayı tebrik ediyorum.
Konuya geri dönecek olursak demişsin ki “Galiba tek çare, aklı başında idarecilere sahip olmamızda…”
% 100 Haklısın. Çünkü bu ülkede bu konuya eğilmek isteyen fakat tam tersine bu konuyla ilgilenmeyen insanlar da yok değil. Fakat yine bu ülkede ULUSLARASI TÜRKÇE OLİMPİYATLARI’nı tüm MEDYA sanki elbirliği etmişlercesine görmemezlikten geldiler. [1-2 tanesi hariç]
Şimdi soruyorum size aynı formatta bir ULUSLARARASI İNGİLİZCE OLİMPİYATI yapılsaydı ve bu tıpkı popstar yarışmaları gibi ÇOK İZLENDİĞİNİ iddia eden kanallardan birinde yayınlansaydı. Acaba medyanın [güç odaklarına yaranmak için] tepkisi ne olurdu ?
Geçenlerde TRT1’deki bir programa [Konuş(U)Yorum] konuk olarak katılan TÜRK DİL KURUMU Başkanı’nın sözleri hayret vericiydi.
Sayın BAŞKAN izleyicilere şöyle soruyor : Sizce TÜRK DİL KURUMU’nda daire işlerini yapan memurlardan başka [ki bu işlerin dille hiçbir alakası yok!] kaç tane YÜKSEK EĞİTİM görmüş şahsiyet DİLİMİZİ GELİŞTİRMEK için çalışıyor ???
Evet cevaplarınızı duyar gibi oluyorum. Fakat siz çoook iyimsersiniz.
Çünkü TÜRK DİL KURUMU’nda dilimizi geliştirmek için SADECE 2 [İKİ] kişi çalışıyor. Bunlardan birisi sayın başkan diğeri ise onun yardımcısı. İşin bu boyutunu gördükten sonra karşımda suçlayacak adam dahi bulamıyorum.
Bu işe bir günah keçisi bulunacaksa boşverin. Keçi bulunacak ta ne olacak ? İki üç gün sonra dil konusunu gündemden yine düşecek…
Onun için hepimiz kendimize düşeni yapalım.
Bir dilin varsıllığı sözcüklerinin çokluğu ile değil sözcüklerine verilen anlamlarla ölçülür varsın ingiliz çocuğu ”hamleti” anlamadığı dille okusun ,dilleri keleci(kelime) üretemeyen bir dil nasıl olsa, sayıca şeyi çaldıkları gibi keleci de çalarlar ,biz de ise tözlük(esas) kıyım hep türkçe üzerine olmuştur.Soyut kavram bayımız(zenginlik) vardı bir öyler(zamanlar),ne oldu?, arapça-farsçayla yokedildi.Türkçemiz ur(şehir) yaşamında gelişmiş(bknz. sümerler) biz ne yaptık yüzyıllarca yitirdik.Müslüman olsak bile ”namaza” yükünç ,”secde etmeğe” yükünmek derdik ,soğdça dediğiniz ”kent” sözcüğü bile aslında türkçedir,açıklamak gerekirse önce öntürkçe Kİ kökü hakkında bilgi vermemiz gerekiyor.Sümercede An(gök) sözcüğünün karşıtı olarak yani Yer ve aşağı doğru anlamlarında geçen bu sözcük öntürkçedir ve kır,kök,kişi sözcüklerinin köküdür.Kır zaten yer,toprak alan malum…Kök sözcüğünün ise Yere doğru gibi bir anlamdan doğmuş olabileceğini düşünülür.Eski Türkçede şimdiki zat,şahıs gibi anlamlardan arınık olan kişi sözcüğünün daha eski hali kiçi dir.
@boraan,
Kökten dilci olmak kadar saçma bulduğum bir şey yok. Diller de canlıdır ve zamanla gelişirler. Bunun önüne geçemezsiniz. Eğer bunun önüne geçilebiliyor olsaydı, siz her öz Türkçe kelimenin yanına parantez açıp üvey Türkçe’den alıntı yapmak zorunda kalmazdınız.
Dilimizdeki “Namaz” kelimesi Arapça asıllıdır, fakat bu kelimeyi söylerseniz orada derdinizi anlatamazsınız. Çünkü Arapça’da bu kelime kullanılmaz, çoktan Türkçe bir kelime olup çıkmıştır.
Bugün İngiliz çocuğu Hamlet’i anlayamadığı bir dille okumuyor, bilakis rahatça kavrayabiliyor.
50 yıl öncenin metinlerini açıp anlayamayacak dilseverlerin 1000 yıl öncenin kelimelerini kullanmaya çalışmasını yadırgıyorum, zorlama kaçıyor.
Sözcükleri bilmeden dilsever olunmaz ”namaz” sözcüğü farsçadır arapça değildir ,arapçası ”salat”tır ve elbetteki 50 yıl öncesi de anlarız ,anlamasak nasıl dil devrimi yaparız.
Pardon hatalı söylemişim.
İmla kurallarını bilmeden de Türkçe yazı yazılmaz ama yorumlarınızda bu kuralı bir güzel çiğniyorsunuz. Ülke isimlerini büyük harfle başlatmak, noktayı, virgülü yerinde kullanmak gibi bazı hoş kurallarımız var.
Üstelik bir kelimenin nereden geldiğinden çok daha önemliler. Fakat bu kadar önemsenmiyorlar, her nedense…
Sayın boraan,
Sitedeki münazara veya tartışmalarda en hoşlanmadığımız şey, birisinin atasözlerimizden veya özlü sözlerimizden birini alıntı yapmasıdır. Pek çok yerde farklı yorumlarla kullanılabilecek sözleri alıp tartışmaya sokunca, karşı tarafa söyleyecek fazla bir şey bırakmıyorsunuz.
Bu da, yorumlama bölümümüzün anlamını yitirmesine yol açabiliyor. Bu sebeple alıntıları genellikle onaylamıyoruz.
Kendi düşüncenizi kendi sözlerinizle anlatmanız, münazaranın bir alıntılar savaşı olmasını da engelleyecektir.
@amele ve @boraan,
Bu konu altındaki polemik devam etmesin lütfen. Herkes farklı düşünebilir.
Uyarınız için teşekkürler söz güreşine(polemik) devam etmiyorum ;bir daha bu ağeline yazarsam eğer yazım kurallarına da dikkat ederim.Esenlikler…