Hoşgörünün sonuna mı geldik? Biraz da Z kuşağı üzerine…
Milenyum sonrası dünya beklenenden çok da uçuk teknolojiler sunmasa da kavramlarda büyük değişimler yaşanmaya başlamıştı. Öyle ya, dünya avucumuzdaydı ama henüz uçan arabalar ya da ışınlanma yoktu ama özgürlük, topluluk, varlık hatta mutluluk ve hoşgörü gibi birçok kavramın sınırı yeniden çiziliyor, tarifi sil baştan yapılıyordu.
Aslında tüm bu kavramlar insanlık tarihi kadar eskiydi. Geçmiş toplumlar özgürlüğü hedeflemiş, mutluluğu aramış ve kendilerine göre hoşgörüleri olmuştu. Her dönem, zamana damga vuran bir olayla ya da kavramla tanımlanmıştı tarih kaynaklarında. Genellikle Batı tarihi okuduğumuz için de onların bakış açısından baktığımızda karanlık bir Orta Çağ, Batı’nın Doğu medeniyetine karşı koyma mücadelesinin temsilcisi olan Yeni Çağ, endüstri devrimi, dünya savaşları vb. Son 50 yılda ise birkaç kere gayri resmi de olsa birden çok çağ atladık.
Önce atom çağı oldu, sonra teknoloji çağı, sonra iletişim çağı. Son dekatta (on yılda) ise adı konulmamış yeni bir çağ oluştu. Bazıları bu çağın farkında ve aşırılıklar çağı benzeri ifadeler kullanıyor. Sadece sosyal medyada görülebilen lükste şatafatta değil, günlük hayattaki olaylarda, eş-dost ilişkilerinde, paylaşımda, yemek sunumlarında, yardım kampanyalarında hatta hayvan sevgisinde bile aşırılığa kaçıldığını görebiliriz. İnsanlar artık birbirinden sadece hoşlanmamakla yetinmiyor. Artık nefret ediyor. İnsanlar birden çok fikir arasından birini aşırı savunma ve gerekirse tartışma içine giriveriyor.
Aşırılıklardan biri de hoşgörüde yaşandı ve yaşanıyor. Yaygın olmayan inanış ve davranışlar aşırı güzelleştirilip popülerleştiriliyor. Öyle ki aynı duyguyu paylaşmayanlar ifşa edilip dışlanmaya, karalanmaya çalışılıyor. Burada da bu yeni nesil hoşgörünün foyası ortaya çıkıyor ve kendi içinde de bir hoşgörüsüzlüğü barındırdığı anlaşılıyor. Sesini duyurmak isteyenler bile istemedikleri bir fırtınanın içinde buluyor kendisini. Bir şeyin orta dozu kalmadı neredeyse. Herkes her şeyde fanatikleşebiliyor. Mavi renk ile yeşil renk arasında kalan kitleler arasında sosyal medyada incitici tartışmalar okuyabilir, insanların ünlüleri ya da milyarderleri niye paylaşamadıklarına şaşırabilirsiniz.
Pandemi ile birlikte bütün dünyada artan bir stres düzeyi olduğunu gözlemlemek de mümkün. Herkes kendi ülkesinde yaşananlara daha hakim olsa da hemen her ülkede artan şiddet ve nefret olayları dikkat çekiyor. İnsanlar tahammülsüzleştiriliyor. Yabancı diziler uzun yıllardır ve yerli diziler de son yıllarda sürekli olarak ezilen hatta ölmek üzere olan karakterlerin giriştiği hukuksuz işleri güzelleştiriyor. Öğrenciler, öğretmen ve müdürlere küfür ettirilirken çalışanlara patronları dövdürülüyor. Kimse hukuki yollardan aradığına ulaşamıyor. Eski Amerikan filmlerindeki başarılı avukatlar artık yetişmiyor mu bilmem artık yeni dizi ve filmlerde mahkumlar hakim, savcı hatta senatörleri öldürüyor. İşin tehlikeli kısmı bu olaylar izleyenin içinde bir çeşit sözüm ona adalet duygusunu besleyecek şekilde kurgulanıyor.
Hoşgörünün sonuna gelindiği düşüncesini ilk uyandıran ise Will Smith’in tokadı olabilir. Klişe bir bakış açısı ile o tokat sadece Chris Rock’a değil dünyadaki kocaman bir balon halini alan hoşgörü kavramına gelmişti. İnsanların fiziksel özellikleri zaten hoşgörü ile karşılanmamaya başlamıştır. O şaka bunun bir göstergesiydi zaten. Arsız ya da kontrolsüz şakalar artık hoşgörü ile karşılanmayacak mıydı peki? O tokadı atan 10 yıl törene katılmama cezası almıştı. Yönetimin şiddete hoşgörüsü olmadığı için. Şimdi önümüzde sınırlarının nasıl bu kadar silikleştiğini fark edemediğimiz koskoca bir kavram olarak hoşgörü yeniden tanımlanmayı bekliyor.
Biraz da Z kuşağı üzerine
Kimseye bağlılığı olmayan, özgürlüğüne düşkün, başına buyruk olarak X ve Y kuşakları tarafından ya övülen ya da yerilen Z kuşağı ise kendini tanımlaya çalışmakla meşgul. Temel toplum normları olarak kabul edilegelmiş olan minimal saygı, hoşgörü, anlayış, sevgi, şefkat, sadakat gibi özelliklerin bile “dinsel yada toplumsal eğitim vermeyelim kendileri ilerde doğrusunu öğrenir” düşüncesi ile aşılanmadığı bir kuşak maalesef bunları göstermekte ümit edildiği kadar başarılı görünmüyor. Elinde kılavuz olmadan ormana atılan koca bir nesil karşısına çıkan ayı ve kurdun tehlikesinden, sarmaşık ve mantarların zehrinden, gecenin getirdiklerinden ancak iş işten geçtiğinde haberdar olabiliyor. Arkalarına baktıklarında onlara destek olan güngörmüş ve güçlü ebeveynler de bulamıyor. Daha da korkutucu olan ise onlardan sonraki kuşağın yaşayacağı mücadele.