Birey
Halbuki ne kadar çok birbirimize benziyorduk.
Sanki hepimiz birdik.
Boyumuz hemen hemen aynıydı: 50 santim. Kilomuz üç aşağı beş yukarı 3400 gramdı. Biliyor musunuz, baş çevrelerimiz bile aynı uzunluktaydı.
Hepimiz birbirimize benziyorduk, doğduğumuzda. Soyadlarımız başkaydı gerçi ama, hepimiz “adaş”tık hastane kayıtlarında: “Bebek”.
Konuşamıyorduk. Sürekli ağlıyorduk.
Sonra büyümeye başladık. Önce huylarımız ayrıldı. Sonra boylarımız, ağırlıklarımız…
Önceleri, aynı mahallede oturuyor olmak, arkadaş olmamız için yeterliydi. Aynı parkta, aynı anda bulunuyor olmak bile; heyecanlı oyunların kurulabilmesine yol açardı. Birimiz küçük bir tahta parçasına “araba” demişsek, o oyun boyunca, o küçük tahta parçası, en güzelinden bir araba oluverirdi. Kimse oyunbozanlık yapmaz, “Neresi araba bunun?” demezdi.
Büyümeye devam ettik. Ayrı okullara gittik, ayrı sporları yaptık, ayrı kitapları okuduk.
Stres dolduk, kin dolduk, öfke dolduk. Büyüdükçe dolduk, doldukça büyüdü “ben” duygumuz.
Bir gün bir de baktık ki, herkesten sıyrılmış ve ayrı birer “şey” haline gelmişiz.
O “şey”e bir isim taktık: Birey.
“Sonunda birey olduk” dedik, sevindik.
Otobüslerde, marketlerde, sokaklarda, ofislerde, hasılı sosyal hayatın her yerinde; gündüz rüyalarına kendini kaptırmış, hayatının anlamını yeni tanıdığı her yerde büyük bir umutla arayan ama bir türlü bulamayan, hedefsiz, mutsuz ve huzursuz insanlara; “birey” deniyordu lügatımızda.
Diğerlerinden farklı şeylere ağlamaya, onlardan farklı şeylere gülmeye, onların uzak durdukları şeyleri sevmeye inatla devam ettik.
… ve böyle yaşamanın bir maharet olduğunu hararetle savunduk.
Değil aynı ülkede, değil aynı şehirde; aynı evde oturduğumuz insanlarla bile konuşamaz, anlaşamaz olduk.
Halbuki ne kadar da birbirimize benziyorduk.
Konuşamıyorduk, ama anlaşabiliyorduk.
Ağlıyorduk, ama etrafımızdakileri güldürüyorduk.
Hepimiz birdik. Hepimiz dosttuk.
Birey değildik ama, 50 santimlik dünyalarımızda, alabildiğine mutluyduk.
çok güzel bir yazı, tebrikler…