Deprem: Çoktan unutmadık mı?
Derinden gelen bir uğultu…
… ve korkunç bir sarsıntı.
Elektrikler çoktan gitmiş.
Önce sağdan-sola, sonra daireler çizerek sallanıyor bina.
Neredeyim?
İstanbul’da olmadığımı hatırlıyorum. Gölcük yakınlarındayım.
Binaya kamyon çarpıyor gibi.
Veya dev bir boğa boynuzlarını takmış binayı kaldırıyor sanki.
Şimdi de hopluyor zemin.
Ailece korkuyla koşuşturuyoruz.
“Buradan çıkmamız lazım” diyoruz.
Çıkıyoruz. Çıkabiliyoruz çok şükür.
Binalardan olabildiğince uzaktayız şimdi.
“Deprem bu” diyor yaşlılar.
Güneşin ilk ışıklarına kadar onlarca sarsıntı daha oluyor. Herkes bir ağacın dibinde. Her sarsıntıda herkes gayri ihtiyari bir ağaca tutunmaya çalışıyor.
Çevremdekilere bakıyorum. “İstanbul’a dönülebilir mi?” diyorum.
Bilmiyorlar.
Ninem bile böyle deprem görmemiş o koca hayatında.
Normal zamanlarda yanından geçip gittiği bir ağacın dibinde sabah namazını kılıyor.
Arabanın radyosundan haberleri dinliyoruz. Radyo, televizyonun yayınını yayınlıyor.
Bir defa daha yer sarsılıyor, korkunç bir sesten hemen sonra. 5-10 saniye geçiyor ve spikerin ağlayan sesi geliyor:
“Yine sallanıyoruz sayın seyirciler!”
Halbuki biz sallanmıyoruz. Resmen zıplıyoruz olduğumuz yerde. Yer çöküyor gibi. Ama çökmüyor.
Öyle bir şey işte, anlayın.
Akrabalarımızdan bazıları enkazın altında.
“Biz böyle bir şey görmedik hiç” diyor herkes.
Tüpraş’ta yangın çıkıyor. Şehiri boşaltıyorlar.
Hava karanlığında dağ köylerine çıkıyoruz. Öndeki arabanın farları maviydi, unutamıyorum.
Korku. İliklerimize sinmiş bir korku var.
… ve her yer karanlık.
Televizyon yok. Neler söyleniyor bilmiyoruz.
Köydeki evin dışına yerleşiyor, ateşte mısır çevirip yiyor, lüküs ışığında sohbet ediyoruz.
Sanırım korkumuzu böyle yeniyoruz.
O gün ilk defa, gazetecilere şaşırıyorum. Kaçmak için can attığım deprem bölgesine gönüllü olarak geliyorlar çünkü.
Neden sonra İstanbul’a dönüyoruz.
Hiç bakmıyorum deprem fotoğraflarına.
Televizyon kanallarının depremi korkunç görüntülerle, acayip müziklerle yayınladığını biliyorum.
Ama bakmıyorum televizyon yayınlarına.
Beynim sanırım bu travmanın üstesinden gelmenin yolunu buluyor.
…
Depremin olduğu gün, 17 Ağustos 1999‘du.
Unutulmaz bir gündü gerçekten.
Aradan 10 yıl geçti.
… ve unutuldu.
Artık, aynı klasik sözlerin söylendiği yıldönümlerinin dışında hatırlanmıyor.
Sahi, ne değişti?
Şimdi depreme daha mı hazırız?
İnsanoğlunun unutabilme kabiliyeti o kadar güçlü ki!..