Ah şu fakirlik…
Fakirlik… Dünya üzerinden bir türlü silinemeyen, insanları başkalarına el açmaya, kanunlara karşı hareketlerde bulunmaya iten, hastalıklara, sakatlıklara, hatta ölümlere yol açabilen mefhum.
1900’lü yılların başında 2000 $‘ın altında olan ortalama kişi başına düşen GSMH (gayrı safi milli hasıla), 2000’li yılların başında 6000 $ seviyelerine yaklaştı ama, hiç bir önlem, hiç bir çalışma, dünya genelindeki açlığın azalmasına yol açamadı.
Elbette bu çalışmaların göstermelik olduğunu, zenginlerin daha fazla zenginleşebilmek için fakirleri ucuz işçi olarak çalıştırmaya devam ettiklerini yazıp çizenler çok. Ancak bu durumu eleştirenlerin bile genellikle sözleri lafta kaldı ve kimse fakirliğe ve açlığa karşı topyekün mücadeleye girişmek istemedi.
Öldürülen foklar, kesilen ağaçlar, besin yetersizliği sebebiyle gencecik çocukların toprağa dökülmesinden daha önemli sayıldıkça ve dünyadaki insanların bir kısmını insan gibi görmeyenlerin zihniyetleri değişmedikçe ne yazık ki bu alanda elle tutulur gelişmelerin yaşanması da mümkün görünmüyor.
Bugün hâlâ Afrika’nın Sahra Çölü civarındaki bölgelerinde fakirlik oranı %40’ın üzerinde. Avrupa ve Orta Asya’da ise bu oran %1’in altında.
Oranlar arasındaki tezattan bahsetmeye bile gerek yok. Ancak şunu vurgulamalıyız: Bu konuda %1 bile, üzerinde düşünülmesi gereken bir oran.
Fakirlik neye göre ölçülüyor?
Dünya Bankası, “Fakirlik” kavramını şöyle sınıflandırıyor:
İleri derecede fakirlik, günlük 1 $’ın altında gelirle geçinen insanlar için kullanılıyor. Orta derecede fakirlik ise günlük 2 $’ın altında gelirle geçinen insanlar için kullanılıyor.
Dünyada 1.1 milyar insanın ileri derecede 2.7 milyar insanın ise orta derecede fakir olduğu kabul ediliyor.
Türkiye nüfusunun yaklaşık 15 katı kadar insanın ileri derecede fakir olduğu bir dünya…
Sadece bu rakamlar bile insanı ağlatmaya yetmez mi?
Türkiye’de Fakirlik
Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 2006 yılında Türkiye’de fakirlik oranı % 17.81‘di. 2006 yılında Türkiye’de 539 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, 12.930.000 kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Buna karşılık kişi başı günlük harcaması, satınalma gücü paritesine göre 1 doların altında kalan fert bulunmamaktaydı.
Human Development Report 2007/08’e göre ise Türkiye’nin %3,4‘ü günlük 1 doların altında bir gelirle yaşıyor.
Sonuç
Fakirliğin yaygın olduğu bölgelere baktığımızda, çoğunluğunun batılı ülkeler tarafından sömürülen ülkeler olduklarını görüyoruz.
Bir Afrika, yer altı zenginliklerinde Avrupa ve Amerika’yı rahatlıkla sollayacakken ekmeğe muhtaç hale geliyor.
Gerçekten de Avrupalılar, zamanında sömürgeleri vasıtasıyla vurgunu yapıyor, sonrasında sırtlarını şatolarına dayayarak kalıplarını dinlendirmeye başlıyorlar.
Çoğunlukla çok da çalışmıyor, çok çalıştırmayı ise iyi biliyorlar. Uzak ülkelerde çalışma yaşına bile gelmemiş ana kuzularını fabrikalarda ömür törpüsü işlerde boğaz tokluğuna çalıştırıyor, kârlarına kâr katmasını biliyorlar.
Sonra da dünyaya “kişisel gelişim” adı altında kendi egolarını pazarlıyorlar.
“Ezen sen ol”, “Büyük balık küçük balığı yutar” cümleleri kafaları çabuk yoruyor, soluğu psikiyatristlerde alıyorlar.
Güçsüz olanı paramparça etmeyi hayat düsturu kabul edenler, arkadaşsız kalıyoruz diye utanmadan ağlıyorlar.
“Ezen kazanır” zihniyetiyle kazandıkları ancak para oluyor, milyarlarca insanın bedduasını alıyorlar.
“Hayır kurumu” adı altında destekledikleri misyonerler, gazetelerde boy boy haberler yaptırıyor, ancak bölge insanlarına bir şeyler kazandırmıyorlar.
Fakirlere verdikleri tek şey yeni bir din oluyor.
Hasılı kaşıkla bile yedirmiyor, sapıyla fakirlerin gözlerini oyuyorlar.
O karnı şişmiş, kemikleri görünen minik yavrular öbür dünyada hesaplarını soracaklar.
Hayatında açlık görmemiş olan bu katılaşmış yüreklere söz kâr eder mi?
Etmez elbette.
Sahi, oruçların tutulup açlığın ne olduğunun anlaşıldığı, zekatların verilip fakirlerin gözetildiği bir dünyada fakirlik diye bir mefhum kalır mıydı?
Gel de “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” Hadis-i Şerifi’ni hatırlama.
Ne güzel ölçü ama!
Bir yanda her gün israf olan binlerce ton yiyecek, bir tarafta açlıktan ölen insanlar.
Bu vurdumduymazlık insanın midesini bulandırıyor.
Dünyada olup bitenleri bu kadar net ve güzel bir halde dile getiren bu yazı silkinip kendimize gelmemiz gerektiğini söylüyor.
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer ölçüt ise Efendimizin Bilal-i Habeşi’ye söylediği şu güzel söz:” İnfak et! Ya Bilal. Arşın Rabbi eksiltir diye korkma”
Evet şükretmek o kadar açlıkla savaş eden insan varken.Ama biz yinde nankörlük yapıp yediğimiz yemeği sahip olduğumuz imkanları beğenmiyoruz.
Şükredesinki Allah daha çok versin……