Uçmayı istemek

Uçmayı istemek

Düşünüyorum.

Gecenin ilerleyen saatlerine, insanın içini üşüten serin bahar rüzgârlarına rağmen düşünüyorum, penceremde.

Yakınlardaki fabrikanın hiç susmayan sesleri, rüzgârla çoğalarak ulaşıyor kulaklarıma.

Kulaklarımı tıkamak istiyorum.

Karanlığı yırtarcasına geçen tek tük arabanın belli belirsiz ışıklarını görüyorum.

Düşünüyorum.

…ve özlüyorum.

Bir uçak geçiyor çok yükseklerden. Üzerinde değişik renklerde aralıklı ışıklar yanıyor.

Sesi duyulmuyor. Yakınlara inmeyeceğini anlıyorum.

Sahi, nereye gidiyor acaba?

Gidiş yönüne baktığımda anlıyorum: Oralara geliyor.

Daha doğrusu…

Oralara gidiyor.

Sana gidiyor.

Şimdi gıpta ediyorum o uçaktaki insanlara.

Onlarca insanın birbirine kavuşacağını, onlarca hasretin dineceğini düşünüyorum.

Hemen, şimdi oralara gelmek istediğimi anlıyorum, aniden.

Sana gelmek istiyorum.

Hayır, bir bilet alabilecek, kalkış saatini bekleyebilecek kadar vaktim yok.

Hemen gelebilmeliyim ve günün ilk ışıklarıyla dönebilmeliyim geriye.

Seni bir kere daha görmüş olmanın sevinciyle.

Hiç yapmadım ya, bu sefer yapmalıyım. Surlarından, boğazının ışıl ışıl sularına bakarak bir çay içmeliyim ay ışığının altında.

Bir şiir yazmalıyım seni anlatan…

Kontrolümü kaybedip bağıra bağıra söylemeliyim.

***

Bir ip uzansın istiyorum şu geçen uçaktan.

Uzansın ve sıkı sıkıya tutunayım.

Binalar, caddeler, denizler geçsin altımızdan.

Sana geldiğimizde, sesleneyim pilota. “Kaptan, ağır ol” diyeyim.

Gün görmüş bir otogar şoförü edasıyla yavaşlatsın motorlarını uçağın.

Dörtlüleri yaksın, eğer mümkünse.

Beni “müsait bir yerde” indirsin.

Rus yapımı, iri uçakların havayı yararak inerken çıkardıkları gümbürtüden ürkerek anlayayım geldiğimizi.

“İşte geldim” diyeyim ve içtenlikle gülümseyeyim.

Boğaza gideyim.

Bir çay içeyim.

Hava ağarmaya yaklaşırken bir uçağı gözüme kestirip, pilota bir el edeyim.

Aynı yolla geri döneyim.

Üşümeyeyim.

Düşünmeyeyim.

Hava tekrar kararıncaya kadar…

… seni özlemeyeyim.

Sevebilirsin...