Ağlama!

Ağlama!

Ağlıyorsun, biliyorum.

Biliyorum, çünkü gözlerinden dökülen her damla yaş, bir kor parçası olup düşüyor yüreğime.

Eritiyor yüreğimi. Ete değen kor gibi yakıyor beni.

… ve “ben”den, dumanlar yükseliyor, yüreğim eridikçe.

İşte o dumanlar, karanlık bir bulut olup kaplıyor benliğimi.

Düşünemez, konuşamaz oluyorum.

Sanki bir bir kaybediyorum, “ben”den sandığım özelliklerimi.

Sonra biliyor musun, ben de ağlıyorum.

Ağladıkça, gökyüzünden toprağa düşen serin sonbahar yağmurları gibi düşüyor yüreğime göz yaşlarım.

Cayır cayır canımı yakan o kor parçaları, yüreğimi eritemeyecek kadar soğuyorlar sonra.

O karanlık bulut dağılıveriyor yağmurumun sonunda.

Sonbaharda yüksek tepeleri kaplayan sislerin, ince bir yağmurla dağılıp gitmesi gibi, bir kere daha tamamen açılıyor benliğim.

Bir kere daha akl-ı selim galip geliyor işte.

Gözden uzak olanın, gönülden de uzak olacağını sanıyorsun ya.

Şimde sorabiliyorum:

Gönlümden uzak olsaydın, neye yarardı yakın olman gözlerime?

… ve gönlüme yakın olduğuna göre, gözlerimden uzak olman neyi değiştirebilir?

Ağlama…

Bugün veya yarın, yeniden buluşacağız.

Ağlama…

Bu dünyada veya ötekinde, tekrar kavuşacağız.

Hem de, bir daha hiç ayrılmamak üzere…

Sevebilirsin...